Yasalarla “bugün Kıbrıs Cumhuriyeti’nde hakkınız olmadığı” gerçeği

Oz Karahan

Oz Karahan – Avrupa Gazetesi (16.04.2023) – Kıbrıs’ın işgali devam ederken, işgal rejimi içinde “demokrasicilik” oynayanlar onun meşrulaşmasına sebep olurken aynı zamanda 1960 yılında kurulan üniter Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yerine yeni bir “federal” yapı istedi bugüne kadar.

Türkçe konuşan Kıbrıslılar için işgal bölgesinde hayat daha da yaşanmaz hale dönerken, her geçen gün daha fazla kişi Kıbrıs Cumhuriyeti ve orada sahip olduklarını düşündükleri “haklardan” söz ediyor.

Hayalini kurdukları o “haklar” bugün üç başlık altında toplanmakta:

Birincisi yalnızca Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşı olunduğu için o devletin sağlık ve sosyal güvence programlarından karşılıksız faydalanabilme “hakkının” doğduğunu düşünmek.

İkincisi mevcut şartlar altında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1960 konsesyonal anayasasında tanınan seçme, seçilme ve siyasi temsiliyet “haklarına” sahip olabileceğini düşünmek.

Üçüncüsü ise yerleşiklerle evli olanların eşleri ve çocuklarının vatandaşlık “hakkı” olduğunu düşünmek.

Bu üç yanlış düşünceye sahip olan insanlarımızın verdiklerini iddia ettikleri mücadelenin temeli ise bugünkü Kıbrıs Cumhuriyeti’nin meşruiyetini ve egemenliğini tartışmak oluyor.

Bu yanlış ile Kıbrıs ve özellikle Türkçe konuşan Kıbrıslılar açısından oldukça yıkıcı sonuçlara sebep olacak girişimleri yapanlar söylemlerini uluslararası hukuk ve gerçekler yerine hayal dünyaları üzerine oturtmakta.

Madde madde uluslararası hukuktan ve bazı gerçeklerden bahsederek, bu kişilere ve bilinçsizce onların peşinden gidecek insanlarımıza Kıbrıs Cumhuriyeti’nin meşruiyeti ve egemenliğinin bütün bu konular hakkında nerelere dayandığından bahsedelim.

1. Türkiye’nin de imzaladığı 4 Mart 1964’te alınan 186 No’lu BM kararı ile Türkçe konuşan Kıbrıslılar görevlerini terketseler bile Kıbrıs’ın tek meşru hükümetinin Kıbrıs Cumhuriyeti hükümeti olduğunu anlatan karar.

2. Türkçe konuşan Kıbrıslıların, Kıbrıs Cumhuriyeti’nden ayrılmasından sonra Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devlet işleyişinin devam edebilmesi için ortaya konan ve uluslararası toplum ile hükümetler arası organizasyonlar tarafından kabul gören “law of necessity” yani “zorunluluk hukuku”.

3. Modern bir devlet olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1960 anayasasının elbette aynı şekilde devam etmediği ve bugüne kadar “zorunluluk hukuku” ile 18 kere düzenlenmiş olduğu gerçeği.

4. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği’ne girişi süreci sırasında Birliğin isteği üzerine yine “zorunluluk hukuku” ile yaptığı yasal düzenlemelerinin devletin 2004 yılında Birliğe kabuluyle birlikte teknik olarak onaylandığı gerçeği.

5. Mevcut şartlar altında Kıbrıs Cumhuriyeti’nde “hakları” olduğunu iddia eden grupların her fırsatta dile getirdikleri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin sözleşmesindeki 15. maddesinde geçen “savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike” durumunda “yükümlülüklere aykırı tedbirler alabileceğinin” belirtildiği gerçeği.

6. Kıbrıs’a 1974 sonra gelen insanların statüsünün Cenevre Sözleşmesi’nin 49 (6) maddesi ve Roma Statüsü’nün 8 (2) (b) (viii) maddesi ve Birleşmiş Milletler’in 1968 tarihli “Savaş Suçları ve İnsanlığa Karşı Suçlar Bakımından Kanuni Sınırlamaların Uygulanmayacağına Dair Sözleşmesi” gibi uluslararası yasalara göre savaş suçu ve insanlığa karşı işlenmiş suç olduğu ve bu kişilerin illegal yerleşimci statüsünde olması.

7. Türkiye’nin bu illegal yerleşimci politikası sebebiyle hali hazırda savaş suçlarının yargılandığı Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde dosyasının olması.

8. Mevcut işgal şartları altında Türkçe konuşan Kıbrıslıların Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki siyasi temsiliyetinin “zorunluluk hukuku” ile olabileceğinin İbrahim Aziz’in AİHM’de açtığı “Aziz v. Cyprus” davasında “sadece Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kontrolü altındaki bölgelerde ikamet eden Türkçe konuşan Kıbrıslıların Rumca konuşan Kıbrıslılarla tek seçmen listesi altında seçme ve seçilme hakkına sahip olabileceği” noktasında 1960 anayasasına aykırı ve doğru bir şekilde 2004 yılında karara bağlanması ve bu kararın Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından kabul edilip uygulandığı gerçeği.

9. Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir kişi sadece bir devletin vatandaşı olduğu için o devletten sağlık veya sosyal güvenlik sisteminin bir parçası olmadığı, uluslararası AML ve KYC yasaları gereği banka hesabı bile açamayacağı, bunların hepsini yapabilmek için o devlete ve sosyal güvenlik sistemine vergi ve katkı sağlaması gerektiği ve o devletin kontrolü altındaki bölgelerde ikamet etmesi gerektiği gerçeği.

10. Avrupa Komisyonu’nun yerleşiklerle evli olan Kıbrıslıların karma evlilik çocuklarının Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşlığına sahip olmaması sebebiyle yapılan şikayete 20 Aralık 2022’de verdiği cevapta “Kıbrıs vatandaşlığının köken esasına göre hangi koşullar altında elde edilebileceğine karar vermek de ulusal yasa koyucunun görevidir” demesi ve Avrupa Birliği içerisindeki devletlerin vatandaşları ile evlenen eşlerin o devletin vatandaşı olabilmesi için o devletin kontrol ettiği bölgelerde belli senelerce ikamet etme ve gerekli şartlar ve kontrollerden geçme şartı bulunduğu gerçeği.

Bunlar yazımın başında çeşitli gruplar tarafından iddia edilen sözde “haklar” hakkında ortalama bir vatandaşın bilmesi gereken bilgi ve yasaların sadece 10 maddeye indirgenmiş hali.

Bu maddeler gibi ulusal ve uluslararası yasalar ve dünya gerçeklerine göre onlarca madde ve örnek yaratabilirim sizlere.

Bütün bunlara rağmen mevcut işgal düzeninde Kıbrıs Cumhuriyeti’nden “alacaklı” olduğunu düşünen grupların karşılarına çıkacak hukuk ve dünya gerçeklerine dayalı bu argümanlara cevap üretmeleri gerekmektedir.

Mesela devlete ne vergi olarak ne de ekonomik bir katkısı olmadan sadece kimlik kartı taşıdığı için sağlık ve sosyal güvenlik hizmetlerinden faydalanabileceğini düşünen gruplar 9’uncu maddeden başlayabilir düşünmeye.

Ya da mevcut işgal şartları altında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1960’daki anayasasından kaynaklı “ayrı meclis sandalyesi ve cumhurbaşkanı muavini makamı” konusunda bir siyasi temsil hakkı gaspı olduğunu düşünen gruplar 8’inci maddeden başlayıp sonra sırasıyla 1, 2, 3, 4 ve 5’inci maddelerin üzerine kafa yorabilir.

Son olarak yerleşikler ve onlardan doğan çocukların Avrupa Birliği’nin hiçbir yerinde “otomatik vatandaşlık” gibi bir hakkı olmadığının aksini iddia edenler ise 10’uncu maddeden başlayıp 1, 2, 3, 5, 6 ve 7’inci maddeleri ele alarak bir söylem üretebilir.

Herşey bir yana, altında yaşamadığınız ve 1960 yılından bugüne katkı koymadığınız devletin zenginliğinde, yasama ve yönetiminde söz sahibi olduğunuzu iddia ederek elde edebileceğiniz tek şey o devlete katkı koyup, onun sınırları içinde yaşayan ve onun yasama ve yürütmesinden etkilenen insanların sizi “maksimalist” olarak görmesi ve haklı nefreti olacaktır.

Bu arsız davranışlarla tartışmaya açacağınız şey ise Kıbrıs Cumhuriyeti’nin meşruiyeti değil, “hakkınız olmayan” bütün herşeyde “hak iddia etmenizi” sağladığını düşündüğünüz ve size sadece 20 yıl önce verilen kimlik kartlarının meşruiyeti olacaktır.

Şimdi derin bir nefes alın, gevşeyin ve dinleyin…

Çok seçeneğiniz yok önünüzde aslında.

İşgal bölgesinde üç şekilde siyaset yapabilir ve iki sonuca ulaşabilirsiniz çünkü.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nden “hak” istiyorsanız ganimet ve sahte koltuklarınızdan vazgeçip tek seçeneğiniz “de jure” üniter Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüşü savunabilirsiniz.

1974 sonrasında kavuştuğunuz ama size ait olmayan ganimet ve sahte koltuklardan vazgeçemiyorsanız işgal bölgesinde yarattılan “de facto” KKTC’nizle yetinebilirsiniz.

Ne “de jure” ne “de facto” gerçekliği istemeyip adanın kolonizasyonu için ortaya atılan ve zamanı geçmiş Türk tezi “federal Kıbrıs” istiyorsanız ise ne yapmanız gerektiğini bilmiyorum.

Ama bildiğim tek şey 50 yıldır yaptığınız gibi “tüm tuşlara aynı anda basmaya” devam ettiğiniz müddetçe oynadığınız oyunda kaybeden tek taraf olmaya mecbur olduğunuz gerçeğidir.