Türkiye Cumhuriyeti’nin “yine” cumhurbaşkanı: Erdoğan

Oz Karahan

Oz Karahan – Avrupa Gazetesi (05.03.2023) – “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yeni cumhurbaşkanı: Hristodulidis” başlığıyla 2023 seçimlerinden aylar önce, daha henüz adayların hepsi resmileşmemişken yazdığım yazının sonrasında tepkiler almıştım.

Tepkilerin çoğu “müneccim misin” diye bitiyordu.

Hayır müneccim değilim.

Senelerdir hakkında analiz yaptığım memleketimin, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin özgür bölgelerinde yaşayan, oy kullanan, siyasetinde aktif olan ve en önemlisi Rumca konuşan Kıbrıslı toplumunun kentlisinden köylüsüne, her siyasi görüşe sahip tüm katmanları ile iletişimi olan bir vatandaşım.

Ve bu defa önümüze sunulan seçenekler arasında en doğrusunu seçeceğimize inançlıydım ki öyle oldu.

***

Akıncı seçimi neden kazanamayacak?” başlığıyla 2020 yılındaki sözde toplum liderliği seçimi öncesi yazdığım yazıda ise rakamlarla yerleşimci sömürgeciliğini özetlemiştim ve yine çok tepki almıştım.

O sıralar aynı siyasi görüşe sahip olduğum insanlar bile Mustafa Akıncı’nın seçimi kazanacağını düşünerek “bu iş bitmiştir” diye yazılar yazıyor ve bana “müneccim misin” diyordu.

Hayır müneccim değilim.

İçinde olduğum Türkçe konuşan Kıbrıslıları tanıyan, Kıbıs’ın işgal bölgesinde Türkiye’nin gerçekleştirdiği kolonyalist faaliyetler hakkında siyaset üreten, yazan, çizen, tüm dünyaya anlatan bir insanım.

Seçim sonucu söylediğim gibi olunca bazı arkadaşlarımız seçim ile ilgili “rapor” da yazdılar.

Ama o raporlarında bile söylemeye cesaret edemedikleri işgal bölgesindeki sözde seçimlerin sadece ve sadece “yerleşimci kolonyalizmi” sebebiyle anlamını yitirdiğini geçtiğimiz günlerde Akıncı’nın sözcüsü Barış Burcu ilk defa ve muhtemelen son defa dile getirmeye cesaret etti.

***

Bugün de şunu söylüyorum:

“Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘yine’ cumhurbaşkanı: Erdoğan”.

Hayır müneccim değilim.

Türkiye Cumhuriyeti’nde doğmuş, büyümüş ve siyasi hayatına orada başlamış, o ülkenin her köşesini bilen ve her köşesinde her kesimden insan tanımış bir kişiyim.

Recep Tayyip Erdoğan’ın bu seçimi kazanacak olmasının, karşısındaki ittifakların değişip değişmemesi, kim olup kim olmaması ile hiçbir ilgisi yok.

Erdoğan kazanacak çünkü kendisi hala birçok kişi, ülke, blok ve sistem için vazgeçilmez bir pozisyonda.

Erdoğan kazanacak çünkü “Erdoğan” sadece “Erdoğan” değil.

Erdoğan seçildiği günden bugüne kadar etrafındaki başta siyasetçi, bürokrat, iş insanı, medya patronu olmak üzere birçok kişiyi kendi ekosisteminin bir parçası, attığı her adımın ortağı haline getirmiş durumda.

Yarın olabilecek herhangi bir değişiklik sadece kendisi için değil, bugün gücü haksız yollarla eline geçirmiş birçok insan için tam bir “ölüm kalım” meselesi.

Ama en önemli nokta Erdoğan’ın o koltukta kalması şu an sadece Türkiye’deki bu güruh için “ölüm kalım” meselesi değil.

Çok kutuplu dünya Bağlantısızlar Hareketi’nin işlevini yitirmesinden sonra iki kutuplu, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ise sadece Amerika Birleşik Devletleri’nin varlığıyla tek kutuplu dünyaya dönüştü.

1990 yılından sonra aşağı yukarı çeyrek asır devam eden bu sürecin bugün sonuna gelmiş ve yine çok kutuplu bir düzene hızlıca ilerliyor durumdayız.

Ve bu yeni çok kutuplu düzende ne yazık ki Türkiye ve Erdoğan’ın birden fazla taraf için önemi mevcut.

Bu konu başlı başına bir yazı dizisi konusu olduğu için detaya girmeyeceğim.

Ama bugün Rusya ve Putin’in başını çektiği blok için Türkiye ve Erdoğan önemli bir enstrüman.

Batı ise kendi çıkarları için Türkiye’de hiçbir zaman büyük bir siyasi karışıklığa, hele hele sivil bir savaşın içine sürüklenmesini göze almadı ve alamayacak konumda.

Amerika ve Avrupa için özellikle mülteci konusu hakkında yapılan anlaşmalar da dahil olmak üzere Türkiye kendi deyimleriyle “too big to fail” yani “batamayacak kadar büyük” ve bugün için Erdoğan’a bakış açıları yine kendi deyimleriyle “better the devil you know than the devil you don’t” yani “tanıdığım şeytan tanımadığım şeytandan iyidir” durumunda.

Deprem oldu, insanlar evlerini yakınları kaybetti mi dediniz?

Merak etmeyin kayıpların ardından ağlandı, çadırlara dönüldü ve şimdi “bana kim ev verecek” diye düşünmeye başladı o insanlar.

Bir tarafta TOKİ’yi çiftliğine çeviren “beton sever” Erdoğan, öteki tarafta Erdoğan’ın medyası tarafından daha yakın zamanda “TOKİ düşmanı” olarak insanların aklına kazınan muhalefet.

Kısacası ne büyük şehirler dışındaki Anadolu halkı, ne batı, ne de doğu…

Kimse “sağı solu” belli olmayan ve öngörülmez bir koalisyon yönetimini destekleyecek değil.

Bütün bunlar dışında ne konjonktür, ne de mevcut şartlar Türkiye’de değişimi getirecek boyutta değil.

Bir de şu mesele var ki, o değişim kazara gelecek gibi olursa bile bunu engelleyecek mekanizmalar da hazır.

14 Mayıs’ta seçim olacağını düşünüyorsunuz değil mi?

Buna Erdoğan’ın kontrolündeki Yüksek Seçim Kurulu önümüzdeki günlerde karar verecek.

Eğer rakiplerini dişine geçirebileceğini düşünürse seçim olacak, ya da karşısındaki aday netleştikten sonra onu biraz hırpalamak için bu seçimi Yüksek Seçim Kurulu tarafından erteletecek.

Ne diyor Leonard Cohen meşhur şarkısında:

“Herkes biliyor dövüşün hileli olduğunu”…

Aslında hileli dövüşlerin var olmaya devam etmesi, kaybedenlerin bir sonraki dövüşe hazırlanırken onun yine hileli olacağını “kabul etmek istemeyip” ona göre bir tavır almamasından kaynaklanıyor.

Bütün bunları neden konuştuk…

Bunlar bizi neden ilgilendiriyor ve ilgilendirmesinden nasıl kurtulabiliriz?

Cevap basit.

Bu denklemler ve hileli dövüş içerisinde Kıbrıslıların özgür ve refah içinde var olabilmesinin tek yolu sağıyla veya soluyla Türkiye ile “kader birliği” sanrısından kurtulmaktır.

Ve Türkçe konuşan Kıbrıslıların “iki devletli” ya da “iki toplumlu iki bölgeli” hayallerden vazgeçerek kurucusu ve vatandaşları oldukları Kıbrıs Cumhuriyeti’ne sahip çıkmalarıdır.

Yani aynı adayı paylaştığımız, Kıbrıslıların yüzde 80’inden fazlasını oluşturan Rumca konuşan Kıbrıslılarla doğal “kader birliği”ni anlamanızdan ve ona göre hareket etmenizden söz ediyorum.

Ve “herşeyi istemeyi” bırakıp Kıbrıslıların yüzde 80’inden fazlasının özgürlük ve refah içinde yaşamaya devam ettikleri mevcut Kıbrıs Cumhuriyeti’ne entegre olmayı hedeflemekten.

Müneccim değilim…

Ama 2020’de olanı ve 2023’te olacakları sizlere nedenleriyle anlatmaya çalışıyorum.

Ve her zaman söylediğim gibi sadece iki seçeneğiniz olduğunu…

Ne diyorduk?

Ya Kıbrıs Cumhuriyeti, ya Türkiye Cumhuriyeti”.

Ama yazımı ana konusu olan Türkiye’deki durum hakkında son bir yorumla bitireyim.

Diktatörlerin “seçimle” falan gittiği hiçbir yerde, hiçbir zaman görülmemiştir.

Diktatörler ya darbeyle ya da devrimle giderler.

Ya da yorulduklarında kendi rızalarıyla kendinden sonra geleceklerle “anlaşarak” kenara çekilirler.