İşgal altında “demokrasi şölenlerine” devam

Oz Karahan

Oz Karahan – Avrupa Gazetesi (18.12.2022) – “Dünya basınını Kıbrıs’a çağırıp ‘bu seçim maskaralıktır, Türkiye’den getirilmiş, ithal edilmiş seçmenlerle bu oyun oynanmaktadır’ diyeceğiz”.

Raif Denktaş bu sözleri 1985 yılındaki seçimler için söylemişti.

1985 yılında da Türkiye tarafından öldürüldü.

“Anavatan-Yavruvatan politikası, gelen Türk giden Türk, ölen Türk, öldüren Türk politikasını doğurmuştur. Bu politikanın altında ezilen halk sesini çıkaramaz, özgürlüğünü, bağımsızlığını, kimliğini, kişiliğini göremez olmuştur.”

Kutlu Adalı bu cümleleri 1996 yılında kaleme almıştı.

1996 yılında bu sözlerinden iki gün sonra Türkiye tarafından öldürüldü.

Türkçe konuşan Kıbrıslı toplumu için siyasi cinayetler iki döneme ayrılır.

1974 yılı öncesi ve sonrası…

1974 yılına kadar Ahmet Muzaffer Gürkan ve Ayhan Hikmet gibi “üniter Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamını” savunanlar katledilmiştir.

1974 sonra ise Türkiye’nin Kıbrıs’ta gerçekleştirdiği kansız soykırım yani “yerleşimci sömürgeciliğine” karşı mücadele verenler katledilmektedir.

Bugün Kıbrıs’ın işgal rejimi yasaları altında kurulmuş tüm sözde siyasi partiler ve siyasi aktivistler bu iki konu hakkında ağızlarını açmadan herşeyi söylemelerine izin verilmiştir.

“İşgal” demelerine bile.

Tek bir şartla.

Tüm dünyaya KKTC denen işgal rejiminde yapılacak “seçimlerin” bir masgaralık olduğu gerçeğini söylememeleri şartıyla.

Yani “işgal” altındaki “demokrasi şöleni” sirkinde yer almak şartıyla.

Bunun karşılığında hem hayatları bağışlanacak hem de üzerine oturacakları bir koltuk vaadedilmişti zaten kendilerine.

“Cumhurbaşkanlığı” koltuğu, “milletvekilliği” koltuğu, “belediye başkanlığı” koltuğu, “belediye meclis üyeliği” koltuğu, “muhtarlık” koltuğu ve daha fazlası.

Sadece demokrasi şöleni sayesinde bir koltuk değil, aynı zamanda bu işgal rejiminin makamlarında memurluk ve müdürlük gibi koltuklar da var tabii.

Ateşli siyasi aktivist Rumca konuşan Kıbrıslı dostlarımdan biri bana babasıyla yaşadığı bir tartışmayı anlatmıştı.

Türkiye’nin işgaline karşı babasının yeterince aktif olmamasından dem vuruyor, onu suçluyordu.

Yine sert bir tartışmanın sonunda babası ona şöyle demiş.

-“Yeter be artık. Türkler gelecekse gelsinler. Balık tutmamı da mı yasaklayacaklar!”…

Arkadaşım donup kalmış, cevap verememiş.

Bana Rumca konuşan Kıbrıslı toplumunun bir kısmının vurdumduymazlığı hakkında konuştuğumuz bir sohbette bu yaşananları anlatmıştı.

Ben de ona “babana söyle merak etmesin, Türkler geldiğinde balık tutmasını yasaklamayacağından emin olabilir” demiştim.

İşgalciler işgal ettikleri topraklarda tebaalarına yarattıkları sözde “özgürlük alanları” ve boş meşguliyetlerle varlıklarını sürdürürler.

Bugün işgal rejimindeki bazı koltuklara yaşadığımız yerleşimci sömürgeciliği sebebiyle hiçbir zaman oturamayacaklarını anlayanların o seçimleri boykot edip, daha küçük koltuklar için yapılan seçimlerde ateşlenmesi bundandır.

Ama onlar da Rumca konuşan Kıbrıslı arkadaşımın babası gibi merak etmesinler.

Çünkü işgalcinin çizdiği sınırlar içinde figüranlığa devam ettikleri müddetçe bu topraklarda her zaman üzerine oturacak küçük ya da büyük birşey bulacaklardır.

“İşgal” dedikten sonra “illegal yerleşiklerin köylerine” seçim gezileri yaptıkları müddetçe tabii…

Biz ise tutarlı bir şekilde işgale ve işgalin gerçek adı olan yerleşimci sömürgeciliğine karşı mücadelemize devam edeceğiz.

Dün olduğu gibi.