Oz Karahan – Avrupa Gazetesi (21.08.2022) – “Her etnik halkın farklı ulusal, dini ve kültürel özellikleri ve ayrıca farklı diller konuşması nedeniyle Kıbrıs’ta hiçbir zaman bir “Kıbrıslı milleti” olmadığının akılda tutulması hem yararlı hem de önemlidir.”
Bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs konusundaki duruşunu uluslararası topluma anlattığı, kendi Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan belgenin ilk cümlelerinden biri.
Sayfalarca Türk devletinin ve halkının Kıbrıs konusundaki duruşunun anlatıldığı metnin temeli işte bunun üzerine oturtuluyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs konusundaki resmi duruşunu özetleyen bu belgeye Türkiye Cumhurbaşkanlığı ve Dışişleri Bakanlığı’nın iletişim kanallarından neredeyse her dilde ulaşabilirsiniz.
Tüm emperyalistlerin Kıbrıs’taki emelleri önündeki tek engelin Kıbrıslılık milli şuuru ve milliyetçiliği olduğunu ilk farkeden İngiliz dostlarından bunu öğrendi Türkler elbette.
23 Ekim 1936 tarihinde İngiliz sömürge valisi Richmond Palmer, Londra’ya Kıbrıs’la ilgili gönderdiği raporda şunları söylüyordu:
“Adada gelecekte de bir siyasal rahatlığımızın olabilmesi için, yönetimi istisnalara da yer verecek bölgeler temeli üzerinde sürdürmeliyiz. Böylece, Kıbrıs milliyetçiliği kavramı -ki, enosis aşınmış bir değer durumuna geldiğinde, bu yeni kavramın yükselişi kaçınılmaz olacaktır- mümkün olduğunca uzak bir geleceğe itilip, karanlıkta bırakılabilecektir.”
Güncel gelişmeler, sosyal değişikler ve benzeri birçok etken bazen yola çıktığı mücadelenin istikametinde kayma yaratmış mıdır diye kendine sordurtabiliyor insana.
Etrafımızdaki herkes, hatta aynı yolu yürüdüğümüz insanlarda bile yılgınlığın da etkisiyle böyle bir ruh hali hakim olduğunu görebiliyoruz hepimiz.
Zaten “kimlik” bunalımı ile doğrudan bağlantılı ideolojik buhrandan çıkamamış Türkçe konuşan Kıbrıslıların hayatının bir parçası değil mi bu boşluk?
Aynı gün içerisinde farklı zamanlarda kendilerini hem Kıbrıslı, hem Kıbrıslı Türk, hem de Türk diye tanımlayabilmelerinin sebebi işte bu boşluğun ta kendisi…
Ya da ceplerinde 1960 yılında kurulan üniter Kıbrıs Cumhuriyeti kimliğini gururla taşıyıp, ellerinde o üniter devleti ortadan kaldırmak için ortaya atılmış iki “Türk tezi” olan federal Kıbrıs bayrağı veya KKTC bayrağı taşımak…
Tutarlılık herhangi bir mücadelenin olmazsa olmazı, “kendini bilmek” yani kimlik bunalımı ve ideolojik buhranlardan arınmak ise tutarlılığın temelidir.
Kendini bildikten sonra kişi hangi mücadeleyi verirse versin, o mücadele doğru ya da yanlış olduğundan bağımsız olarak saygın mücadele olacaktır.
Hem tutarlılık, hem de saygın bir mücadele konusunda bir pusula da vardır aslında insanın hayatında.
O pusula yazımın başında verdiğim örnekte olduğu gibi “düşmanınızın oku”dur.
Bugün “Kıbrıs’ta işgal var” ile başlayıp “irademiz elimizden alınıyor’’ diye devam eden çeşitli argümanlardan herhangi birine inanıyorsanız ve korkusuzca sizin karşınızda duran gücün yani düşmanınızın ismini söyleyebiliyorsanız yapmanız gerekenlerin kolay kısmını halletmişsiniz demektir.
Sonrasında ne yapmanız gerektiği konusunda yardım istiyorsanız pusulanıza bakmanız yeterli olacaktır.
Eğer düşmanınız propagandasının temel taşı olarak “Kıbrıs’ta Kıbrıs milleti yoktur” argümanını kullanıyorsa, o propagandayı yıkmak için o temel taşı o binanın altından çekmeniz gerekmektedir.
Eğer düşmanınız topraklarınızdaki varlığının nedenini “1960’ta kurulan üniter devletin işlememesi” zırvası üzerine kuruyorsa, sizin cebinizde kimliğini taşıdığınız o devlete daha çok sahip çıkmanız gerekmektedir.
Eğer düşmanınız size yaşattığı zulme neden olan işgalin devam etmesini kendi ortaya attığı tezler ekseninde “yeni bir çözüme ulaşılmaması” nedenine bağlıyorsa, vatanınızda varolabilmek için sözde yeni bir “çözüm” istemediğinizi dünyaya haykırmanız gerekmektedir.
Bu listeyi dilediğiniz kadar uzatabilirsiniz.
Kısaca anlatmak istediğim şey düşmanınızın saldırdığı her değer ve olgunun sizin savunmanız gereken kaleler olduğudur.
Yani bir mücadelede kendinizi bilmeniz, stratejinizi şekillendirmeniz ve yolunuzdan şaşmamanız için düşmanınız sahip olduğunuz en büyük nimettir.
Çok küçük yaşta kendime yürüdüğüm yollardan hiçbir zaman şaşmamak adına bir öğüt olsun diye ürettiğim ve hergün tekrarlamaya devam ettiğim söz bu işte…
Düşman okunun hedefi senin gayen olmalı.