“Devletsizlik” isteyen tek insan topluluğu

Oz Karahan

Oz Karahan – Avrupa Gazetesi (14.08.2022) – Hemen hemen her gün telefonum çalıyor.

Kıbrıs’ın işgal bölgesinde ikamet eden ve 1960 yılında kurduğumuz üniter Kıbrıs Cumhuriyeti’nden ve anayasasından rahatsız federalist ve iki devletçi tanıdıklar telefonun öteki ucunda…

Hepsinden benzer sorular.

“Oz, güneyde nasıl sosyal sigortamı yapabilirim”…

“Oz, güneyde nasıl sağlık sisteminden faydalanabilirim”…

Ve aklınıza gelebilecek ve gelemeyecek onlarca farklı soru.

Uygarlık dediğimiz kavramın oluşmasının temel taşıdır “devlet” olgusu.

Bir arada yaşayan insanların en ilkel kurumsallaşmış hali olan kabilelikten uygar toplumlara geçerken atalarımızın geliştirdiği organizasyon türüdür.

Millet kavramı gibi devlet kavramı da evrimsel süreç içerisinde Aristo’nun söylemiyle “politik bir hayvan” olan insanın hayatta kalabilmesi için ihtiyacı olan bir şey…

Evrimsel psikolojiye göre insan ikisine de güvenlik ve refahı için muhtaç.

Çünkü insan diğer çoğu hayvan gibi hayatta kalmak için çeşitli temellerde gruplaşarak yaşama zorunluluğuna sahip bir canlı.

Özellikle devlet, modern hayatta ekonomi ve savunma gibi her bireyin iki ana ihtiyacı için yeri geldiğinde demokratik yollarla hesap sorabildiği yapı olması sebebiyle yaşamımızın her alanına en çok etki eden şey.

Devletlilik ve devletsizlik arasındaki farkın Kıbrıs’tan daha net görülebileceği başka bir toprak parçası var mıdır bilmiyorum.

Yakın tarihe kadar birlikte yaşayan bir milletin yani Kıbrıslıların bir kısmı ne pahasına olursa olsun bir devlete sahip olmayı tercih ederken, diğer kısmı kendi devletlerini terkedip alıştıkları “kabile” yaşamına geri dönmeyi tercih etti çünkü.

Geriye doğru ya da gerçekleşmemiş bir evrimin eseri midir bilinmez ama Türkçe konuşan Kıbrıslıların bugün yaşadıkları sıkıntıların temeli bundan başka birşey olmadığı açıktır.

Kabile olmayı devlet sahibi olmaya tercih etmek…

Kabile ve devleti birbirinden ayıran özelliklere bir bakalım:

Kabilelerde yöneticilerin söyledikleri yasayken, devletlerde yazılı bir hukuk vardır.

Kabilelerde yöneticileri insanlar seçmezken, modern devletlerde çeşitli formlarda demokratik sistemler mevcuttur.

Kabilelerde yöneticiler insanların güvenliği, refahı, sağlığı veya geleceği ile ilgili pek bir sorumluluk sahibi değilken, devletler tüm bunlarla ilgili sorumluluk sahibi olacak bir yapı olması amacıyla insanlar tarafından kurulmaktadır.

Bugün işgal bölgesindeki kabile ve hatta teba düzeni içerisinde insanlarımız ganimetin içinde boğulmuş bir durumda.

İşgal düzeninin onlara ve ebeveynlerine sağladığı maaşlar ile hayatlarını idame ettiriyorlar.

Bir kısmı da benzer şekilde Avrupa Birliği’nin sağladığı fonlar ile.

Ancak bu insanlarımızın hala anlayamadığı şey “yem ve su” çoğu hayvanın yaşaması için yeterli şeyler olsa da Aristo’nun bahsettiği biz “politik hayvanların” yaşayabilmesi için yeterli değildir.

Yem ve suyunuzu ne kadar biriktirirseniz de biriktirin, gerçek bir devlet yapısının altında yaşamadığınız müddetçe kendinizi hiçbir zaman güvende hissedebilmenizin imkanı yoktur.

Bu insan evrimine ve insanlık tarihine aykırıdır.

Yazımın başında çok kısaca değindiğim üniter Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yani tüm Kıbrıslıların devletine karşı yıkıcı faaliyetlerde bulunan insanlarımızın anlayamadığı şey işte budur.

Bugün insanlarımızın ganimetlerden pek faydalanamayan kısmı da Kıbrıs’ın özgür bölgelerinde çalışarak içinde bulundukları ekonomik sıkıntıların üstesinden gelmeye çalışsa bile “devletsizlik istemeleri” sebebiyle hala kaygılarla dolu bir yaşam sürmekteler.

Bunun aksi örnekleri ise sadece “devlet” kavramının önemini kavrayabilmiş bir avuç insanımızda görmek mevcut.

Bugün karma evliliklerden dünyaya gelmiş, Türkiye’de doğup büyümüş ve Kıbrıs ile ilgili pek bir siyasi bilgiye sahip olmayan birçok tanıdığım Kıbrıs’ın özgür bölgelerine yerleşmekte.

Ailelerinin Kıbrıslı tarafının hepsi işgal bölgesinde yaşarken Kıbrıs’ın kültürüne bile yabancı olan bu gençlerin özgür bölgelerde güzel bir hayat elde edebilmelerinin ise tek bir sebebi var.

Türkiye’de alıştıkları gibi “gerçek bir devlet” altında yaşama arzuları.

Bu sebeple hayatlarını Kıbrıs adasında yaşamış Türkçe konuşan Kıbrıslıların aksine, özgür bölgede elde ettikleri geliri işgal bölgesinde harcayıp “caka satmak” yerine evrimin genlerine kodladığı gibi kendi öz devletleri altında “özgürce” ve sosyal açıdan güvende yaşamayı tercih ediyorlar.

Ve daha da önemlisi zihinleri işgalci ve işbirlikçilerin kaleme aldığı zırva hikayeler ile dolu olmadığı için Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üniter yapısına ve anayasasına karşı “iki bölgeli iki toplumlu federasyon” ya da “iki devletçilik” gibi bölücü ve ayrılıkçı hikayelerin peşlerinden koşmuyorlar.

Bütün buları herkese bu gençlerin yaptığını tavsiye amacıyla söylemiyorum elbette.

Bunları kaygı bozuklukları ile ruh sağlığı bozulmuş bir insan grubunun artık kendine gelmesi gerektiğini anlatmak için söylüyorum.

Kıbrıs’ta Kıbrıslı olarak yaşamak ve varolmak isteyen herkesin devletine sahip çıkarak işgale ve işgalcilere karşı o devletini savunmaya başlaması gerektiğini hatırlatmak için söylüyorum.

Dünyada “devletsiz” yaşamak için bu kadar çok mücadele eden başka bir insan topluluğu olmadığının altını çizerek ve yanlışın buradan başladığını vurgulayarak.