Oz Karahan – Avrupa Gazetesi (31.07.2022) – “Barış içinde birarada yaşama ilkesi, Kıbrıs’ta, NATO’nun ve Türkiye hükûmetinin baskıları yüzünden zor bir sınav geçirdi. Kıbrıs halkı ve hükûmeti egemenliklerini kahramanca savunmak zorunda kaldılar.”
Bu sözler, Che Guevara’nın 11 Kasım 1964’te Birleşmiş Milletler’in 19’uncu Genel Kurulunda gerçekleştirdiği efsane konuşmasının bir parçası.
Bu konuşmayı tüm dünya ilericileri gibi çok hatırlattık… Ancak hala birçok insan, bu konuşmada Che’nin bahsettiği NATO ve Türkiye’nin Kıbrıslılara baskılarıyla yaşattığı zor sınavın ne olduğunu anlamadan bu referansı kullanmakta!
Che’nin referans verdiği şey elbette öncelikle Türkçe konuşan Kıbrıslı liderliğinin üniter Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı giriştiği faaliyetler ve ardından Türkiye ile birlikte organize olarak neden oldukları Dillirga Savaşı ya da Türk propagansındaki adıyla “Erenköy Direnişi”.
Dillirga Savaşı, aynı yılın 5-10 Ağustos tarihleri arasında, yani Che’nin Birleşmiş Milletler’deki tarihi konuşmasından sadece dört ay önce gerçekleşmişti.
Dillirga Savaşı bugün Türkçe konuşan Kıbrıslı toplumu içerisinde tabu olmaya devam eden bir konu.
Bunun sebebi ise Dillirga’daki bu dış destekli bölücü ve ayrılıkçı kalkışmaya katılan kişilerin arasında işgal rejiminin tarihi boyunca siyaset sahnesinde olmuş hatta bugün bile olmaya devam eden “barış güvercini” sözde solcularımızın yer almış olması.
Cumhuriyetçi Türk Partisi genel sekreterlerinden Naci Talat.
Birleşik Kıbrıs Partisi kurucularından ve Cumhuriyetçi Türk Partisi genel başkanlarından Özker Özgür.
Yeni Kıbrıs Partisi genel başkanlarından ve Toplumcu Kurtuluş Partisi kurucularından Alpay Durduran.
Toplumcu Kurtuluş Partisi genel başkanlarından ve Toplumcu Demokrasi Partisi kurucularından Hüseyin Angolemli.
Bu isimler, uzatabileceğimiz listedeki isimlerin sadece birkaçı…
Kıbrıs dışında, özellikle Türkiye’de ikamet eden Türkçe konuşan Kıbrıslılar silahlandırılıp kısa bir eğitimden geçirilerek manasızca Kıbrıs’a bu bölücülük ve ayrılıkçılık hareketi için gönderilmişlerdi.
Che’nin ve tüm dünya ilericilerinin bu hareket ile özdeşleştirdiği başka bir emperyalist kalkışma henüz 1961 yılında Küba’da geçekleştiğinden herkes bu yaşananların nereye bağlı olduğunu biliyordu.
1961 yılında Küba’da gerçekleşen “Domuzlar Körfezi Çıkarması” Küba Devrimi karşında duran ve ABD’de yaşayan Kübalıların silahlandırılıp kısa bir eğitimden geçirilerek Küba’ya gönderilmesiydi…
Küba’nın Fidel Castro’su ve ABD’nin taktığı adla “Akdeniz’in Castrosu” Makarios, aynı taktikle sınava tutuluyordu.
Tek bir farkla.
Amerika’nın operasyonu için elindeki Kübalıları sadece kendisi kullanıyordu.
Türkiye ise operasyonunda kafaladığı Türkçe konuşan Kıbrıslılara yardım için Kıbrıs’ta görev yapan İngiliz askerlerini de seferber ettirmişti, NATO’da beraber olduğu Birleşik Krallık yardımıyla.
Hatta Türkiye’nin silah nakliyatı sırasında ona lojistik olarak yardımcı olanlardan İngiliz Binbaşı Keith Marley savaş öncesinde yakalanmış ve kendisi gibi birçok İngiliz askerinin bu operasyonun bir parçası olarak görev aldığını itiraf etmek zorunda kalmıştı.
Türkiye, NATO, Naci Talat, Özker Özgür, Alpay Durduran, Hüseyin Angolemli, İngiliz Binbaşı Keith Marley ve silah arkadaşları ile daha niceleri…
Kuvvetli ekip(!).
Ama başlarına gelenleri biliyoruz.
Dillirga Savaşı, hem bir tabu olmaya devam ediyor hem de düzme bir masal haliyle çocuklarımıza anlatılıyor bugün.
O kadar çok anlatıldı ki anlatanlar bile anlatırken inanmaya, anlattıkça coşmaya başladılar.
İki genç Türkçe konuşan Kıbrıslı’nın “ikibin” oluşumunun çektiği ve benim de Kıbrıslılar Birliği’ni temsilen konuştuğum Kıbrıs Cumhuriyeti belgeselinde Hüseyin Angolemli Türkiye’nin uçaklarının yardımlarına gelişini şu kelimelerle anlatıyordu:
“Son saniye yetiştiler. Uçaklar geldi. O bizim denize döküleceğimizi seyretmeye gelen siviller de vuruldu. Hepsini orada ‘hallettiler’ yani.”
Bugün görülüyor ki Angolemli’nin gülerek ve eliyle “işlem tamam” hareketi yaparak “halledildiğini” belirttiği şey sadece Rumca konuşan masum siviller değil, tüm Kıbrıs ve Kıbrıslılardı.
Geçtiğimiz günlerde işgal rejiminin piyango biletlerinin üzerine bastırdığı Rumca konuşan Kıbrıslı savaşçıları sanki Dillirga’da savaşan Türkçe konuşan Kıbrıslılar olarak gösterme hatası da şaşırtıcı değil bu yüzden.
O zamanlar hayatta olan insanlarımızın bile sesini çıkaramadığı bu hatanın sebebi bu emperyalist hareketin hala bir tabu olması ve düzme bir masal olarak anlatılmaya devam etmesi aslında.
O resmi basılan üniformalılar ne Türkçe konuşan Kıbrıslılar, ne yanlış bir şekilde belirtildiği gibi EOKA savaşçıları, ne de çekildiği yer Dillirga.
Resimdekiler, yazılarımda sık sık anlattığım ve her yaştan Türkçe konuşan Kıbrıslıların hakkında çok az bilgisi olduğu EDEK’in kurucusu Vasos Lissaridis’in kızıl bereli solcu milisleri.
Yine 1964 yılında Beşparmak Dağlarının St. Hilarion çevresinde silahlı hareketlerde bulunan Türkçe konuşan Kıbrıslıların kontrolü altındaki bazı mevkileri ele geçirdikten sonra çektikleri resim.
Resmin çekildiği Beşparmaklarda yaşanan bu olayları AKEL’in Haravgi gazetesi 26 Nisan 1964 tarihinde şöyle anlatıyordu:
“St. Hilarion’un batısındaki çeteler tasfiye edildi. Temizlik 4 saatlik çalışma sonrasında gerçekleşti. Bölgedeki yedi Rum köyü teröristlerin zulmünden kurtarıldı.”
Uzun lafın kısası her zaman söylediğimiz gibi…
Dünya ve Kıbrıslıların çoğu bu adada yaşananları Türk propagandalarından çok farklı okudu ve okumaya devam edecek.
Uluslararası hukuk ve insan hakları her zaman Türk propagandaları ile çelişmeye devam edecek.
Ne tarih ne de “illegal yerleşikler” konusunda olduğu gibi Kıbrıs ile ilgili dünyanın vicdanı ve uluslararası yasalar dışında bir gelecek hayal ederek bir yere varılamacağını anlamayan kaldıysa yazık bize.
Kıbrıs’ta yaşanan ve dünyanın her ülkesindeki toplumların içinde olan anlaşmazlıkların dış müdahale değil demokrasi ile çözüleceğine inancımı her zaman Derviş Ali Kavazoğlu’nun meşhur Dali konuşmasındaki o cümleler ile koruyorum:
“Toplumumuz memleketin idaresinde elbette söz ve müdahale hakkına sahip olmak istiyor. Bu toplumumuzun demokratik ve kaçınılmaz bir hakkıdır. Her vatandaşın yurdun idaresine iştirak etmesi, yurdun idaresinde söz ve müdahale hakkına sahip olması vatandaşlık ve demokratik ödev ve haklarındandır. Fakat bu devlet idaresinin normal çalışmasına engel olmayı devletin ve yurdun idare mekanizmasına mayın koymaya hakkınız olduğu anlamına gelemez.”
Kıbrıs’ın kurtuluşu dış güçlerin öncülüğünde bölücü ve ayrılıkçı “yeni çözümler” bularak değil, Kıbrıslıların 1960 yılında kurulan devletlerinin içine bugüne kadar “koydukları mayınlardan” temizleyip o devleti modernize etmesinden geçmektedir.
Bölücü ve ayrılıkçı her öğreti, inanç ve propaganda, o mayınların ta kendisidir.