Kıbrıslıların mücadelesinde “uluslararası hukuk” neden önemlidir?

Oz Karahan

Oz Karahan – Avrupa Gazetesi (16.05.2022) – İşgal, yerleşimci sömürgeciliği, savaş suçları, insanlığa karşı işlenmiş suçlar…

Bu terimler Kıbrıslıların haklı bağımsızlık mücadelelerini kendi toplumuna ve uluslararası topluma anlatırken kullandığı anahtar sözcüklerin birkaçı.

Ve bu terimleri bir kısım insanımız kendi kafasına göre anlamsızca kullansa bile hepsinin uluslararası literatürde “bir” anlamı var.

O anlamlar ise bu terimlere uluslararası hukuk tarafından verilmiş olan anlamlarıdır.

Kıbrıs ile ilgili verilecek mücadele “uluslararası platformlar”, “uluslararası hukuk”, kısacası “uluslararası topluma” ulaşılabilecek her alanda verilmesi gerekmektedir.

Çünkü işgalin barikatları arasında yaşayan tüm halklar, uluslararası topluma ulaşabilecekleri her kanalı altın değerinde görmektedir.

Aynı Kıbrıslılar ile doğal bir kader kardeşliği içerisinde olan Filistinlilerin ve Kürtlerin gördüğü gibi…

Bugün uluslararası yapıları sayısal olarak emperyalist devletlerin ve onların halihazırdaki ekonomik ve kültürel sömürge devletlerinin domine ettiği tespiti doğru bir tespittir.

Ancak sadece bu argümana dayanarak “uluslararası hukukun emperyalist devletler tarafından yazılmış” olduğunu iddia etmek basit bir düz mantıktır.

Yanlıştır…

Sömürgeciliğin geçmişi insanlık tarihi ile el ele gitmektedir.

Emperyalizmin kıskacında olan halkların bir enstrüman olarak kullandığı “uluslararası insancıl hukuk”un tarih sahnesine ilk çıkışı ise sadece 19. yüzyılın sonlarıdır.

Evet, tarih içerisindeki bazı gelişmeler siyasi egemenlerin kontrolü dışında ve hoşnutsuzluğu altında da ortaya çıkabilmektedir.

Ve tarih boyunca bu gelişmeler çoğu zaman bilim ve felsefenin gelişmesiyle, uluslararası ilişkilerin gelişmesiyle, güç dengelerinin oluşmasıyla, kısacası “zaman” ile organik bir şekilde ortaya çıkmıştır.

Yazımın başında sıraladığım terimler ve daha fazlasının temeli olan uluslararası insancıl hukukun ortaya çıkmasındaki en büyük etkenler de hukuk teorisi, siyasi ve seküler ahlak felsefesi gelişimi, genel manada tarih ve insanlığın gelişimidir.

Çünkü “hiçbir ordu vakti gelmiş bir fikir kadar güçlü değildir” demişler…

Aynı etkenlerden ortaya çıkmış köleliğin yanlışlığı, kadınların eşitliği, hayvanların hakları, doğanın korunması gerektiği gibi konular da uluslararası hukukun içerisinde çok yeni bir şekilde emperyalizm ve kapitalizme “rağmen” yerini almaktadır.

Ve emperyalizme ve kapitalizme “rağmen” yer aldıkları için 21. yüzyılda hala insanlık bu konuların hiçbirini tam olarak aşamamış durumda.

Bunları aşmak için dünya halkları arasında bir dayanışma ve ortak mücadele zaruridir.

Bu sebeple tüm uluslararası platformlar, yapılar ve hukuk, uluslararası mücadele için bir cephe ve bir araç olmaktadır.

Savaş suçlarını ve insanlığa karşı işlenmiş suçları cezalandırmak için kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde kapıları zorlamak bu mücadelenin bir parçasıdır.

Bu sebeptendir ki dünya tarafından defalarca ihanete uğramış Filistinliler hala Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde haklarını aramaya çalışmaktadır.

Ve bu sebeptendir ki Amerika Birleşik Devletleri, İsrail ve Türkiye gibi devletler Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni tanımaktan çekinmektedir.

Ya da örneğin emperyalist devletlerin hegemonyasında “federal Kıbrıs” isteyen Avrupa Birliği’nin Avrupa Parlamentosu’nda mücadele de bir araçtır.

Bu sebeptendir ki bırakın bizim gibi düşünenleri, Avrupa Birliği’nin kökten varlığına karşı siyasi partiler bile Avrupa Parlamentosu seçimlerine girerek bu birliğin ikiyüzlülüğünü o parlamentodan haykırmak istemektedir.

Avrupa Konseyi’nde mücadele de bir araçtır.

Yine Kıbrıs özelinde konuşacak olursak Türkiye’nin de bir parçası olduğu bu konseyin içerisinde ve ona bağlı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde verilecek bir mücadele Türk devletini yıpratmaktadır.

Ya da yapısından dolayı berbat ve etkisiz bir halde olan Birleşmiş Milletler kürsüsü de mücadele için bir araçtır.

1964 yılında o kürsüyü üniter Kıbrıs’ın toprak ve toplumsal bütünlüğünü savunmak için kullanan Che Guevara’nın hemfikir olduğu gibi.

Kısacası uluslararası toplumla birleşilecek ve anlaşacak bir dilde mücadele etmenize yarayacak her belge, her alan varoluş mücadelesi veren halklar için önemli birer araçtır.

Bu nedenle Kıbrıslıların, Savaş Zamanında Sivil Kişilerin Korunmasına İlişkin 1949 tarihli 4. Cenevre Sözleşmesi, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin 1998 Roma Statüsü veya Birleşmiş Milletler’in 1968 tarihli Savaş Suçları ve İnsanlığa Karşı Suçlar Bakımından Kanuni Sınırlamaların Uygulanmayacağına Dair Sözleşmesi gibi belgeleri kullanarak mücadele vermesi hayatidir.

Şüphesiz ki bu mücadelenin en kıymetli ayağı da Halkların Uluslararası Mücadele Birliği gibi dünyanın büyük ilerici örgütleri içerisinde dünya halklarıyla yaratılan dayanışmadır.

İşte bu sebeple bugün uluslararası toplum tarafından bütün bu araç ve kanalları tutarlı bir dille Kıbrıslılar adına kullanarak mücadele veren tek cephe olarak Kıbrıslılar Birliği örgütü görülmekte, dünya ilerici basını tarafından böyle dillendirilmekte.

Ve ne yazık ki yine bugün Türkçe konuşan Kıbrıslı siyasi cephelerin çoğu Türkiye’nin belirlediği ve her geçen gün keyfine göre daralttığı dünyadan kopuk sınırlar dahilinde, yani işgal rejimi altındaki “demokrasi” şölenleri ile meşgul olmaya devam etmektedir.

Asıl sorun buradadır.

Kıbrıslıların bağımsızlık mücadelesinin, Türkçe konuşan Kıbrıslıların Beşparmaklar ve Mesarya arasındaki paralel konfor evreninde, dünyadan ve Kıbrıslıların çoğunluğunu oluşturan Rumca konuşan Kıbrıslılardan kopuk faaliyetlerden vazgeçildiği zaman, kazanma şansı artacaktır.

Uluslararası toplum ve Rumca konuşan Kıbrıslılar ile iletişim kurulacak dil ise uluslararası hukukun ve doğal olarak dünyanın kabul ettiği dildir.

İşte Kıbrıslıların mücadelesinde “uluslararası hukuk”un en büyük önemi, ortak bir insani ve siyasi dil, iletişim için kullanılabilecek bir lisan olmasından kaynaklanmaktadır.