KOVİD faşizmine karşı küresel direniş

Oz Karahan

Oz Karahan – Avrupa Gazetesi (17.04.2022) – Koronavirüs “pandemisi”nin başladığı günlerden beri çeşitli siyasi platformlarda altını çizdiğim ve gazetemizde de sizlerle defalarca paylaştığım bir konu vardı.

O da yaşananların ve hükümetlerin bu süreci ele alışının sadece ve sadece egemen sınıfa yarayacağıydı.

Özellikle Kıbrıs gibi bazı ülkelerde hala devam eden “önlem” adı verilmiş faşist “baskılar” sadece insanların onurunu yerle bir etmekle kalmadı.

Bugün sadece iki yıl içinde dünya üzerindeki eşitsizlik tahmin edemeyeceğimiz boyutlara ulaşmış durumda.

Sadece koronavirüs ve onunla birlikte gelen faşizm sebebiyle küresel milyarder serveti 2020 ile 2021 arasında 4,4 trilyon dolar arttı ve aynı zamanda 100 milyondan fazla insan yoksulluk sınırının altına düştü.

Bu rakamlar bugün roket hızıyla daha da trajik boyutlara doğru değişmeye devam ediyor.

Bu sürecin başından beri “Dünya solunun pandemi sınavı”, “Dünya pandemiden faşizme doğru koşarken” ve “Pandemi faşizmi ile özgürlük ve haysiyet meselesi” gibi birçok yazı kaleme aldım.

Ve yazılarımda özellikle dünya solunun ve ilericileri olmak üzere herkesin pandemi sürecini ele alışındaki yanlışları anlatmaya çalıştım.

Geç de olsa bugünlerde bazı şeyler değişmeye başlıyor.

Kıbrıslılar Birliği’nin de bir parçası olduğu dünyanın en büyük sol ve ilerici uluslararası örgütü olarak kabul edilen Halkların Uluslararası Mücadele Birliği (ILPS) konuyla ilgili bir çalışma yürütmeye başladı.

23 Nisan 2021 tarihinde “Direnişi Serbest Bırak” temalı küresel bir panel ile bu çalışmaların startı veriliyor.

Bu faşist sürecin başından beri birçok kişiyi, hatta sevip saydığım insanlarla bile karşı karşıya gelmek pahasına hem ülkemizde hem de uluslararası alanda fikirlerimi beyan ettim.

Yeni bir küresel mücadele sürecini başlatacağını temenni ettiğim bu panelde konuşmak üzere tüm dünyadan davet edilen sayılı kişi arasında ben de varım.

Şunu anlamalıyız ki bu “pandemi”, küresel milyarderlerin daha da zenginleşmesi ve halkların daha da fakirleşmesi ile “tamamlanmış” bir süreç değil.

Henüz yıkımın başındayız.

Hayatımızı bugün etkileyen ve eğer bilinçli bir siyaset ile mücadele etmezsek yarınımızı etkilemeye devam edecek birçok hayati nitelikte önemli konu var ortada.

Tüm dünyada halkın küçük ve orta ölçekli işletmeleri kepenk indirirken büyük şirketler ve sahipleri servetine servet katmakta.

Bu sebepten dolayı doğal olarak işsizlik artarken insanlar karın tokluğuna bu süreç sonucunda piyasayı neredeyse tam anlamıyla ele geçiren şirketlerde kölelik şartlarında çalışmaya zorlanıyor.

“Eğitimde fırsat eşitliği” bir safsataya dönüşüyor ve çevrimiçi eğitim alabilme fırsatı olamamış bir nesil geliyor.

Devletlerin sağlık sistemleri çöküyor ve “evrensel sağlık güvencesi” halkların refahı zıttı bir eksen doğrultusunda evrilmeye başlıyor.

Ve tabii enflasyon, krizler ve kıtlıklar…

Bunlar ve gelmekte olan çok daha fazlası hepimizin hayatını daha da etkileyecek.

Ve hepsinin tek bir nedeni var…

O da dünyadaki hükümetlerin egemen sınıfın çıkarları için ve zaten adaletsiz olan servet dağılımını bir de topyekûn “servet transferi” ile daha da yıkıcı bir noktaya taşımak adına yarattığı “pandemi faşizmi”.

Evet, içinden geçtiğimiz süreç, sermaye taraftarları da dahil tüm ekonomistler tarafından insan tarihinin en büyük “servet transferi” olarak tanımlanıyor.

Çünkü rakamlar ve veriler ortada.

Uzun lafın kısası bu vesileyle, fakirin bir avuç sosyal hakkı ve varsa birikimi de zenginlerin cebine aktarılmış oldu geçtiğimiz yakın dönemde.

Ve bu aktarım devam etmekte.

Bu sosyo-ekonomik felaketlerin yaşanmasına sebep olan asıl katalizör ise insanların “en temel özgürlüklerini” egemen sınıfın inisiyatifine bırakmasıydı.

Kapanmalara boyun eğmesi, temel ihtiyaçlarını karşılamak için bile başta medikal olmak üzere “kişisel verilerini” paylaşmaya göz yummaları, mantığı olmayan sözde “önlemleri” sorgusuz sualsiz kabul etmeleri ve daha fazlası…

Dünya üzerindeki devletlerin neredeyse tamamının anayasalarına ve uluslararası hukuka da aykırı olan bu faşizmi kabul etmeyenler ise sözde yargı, polis ve hatta asker ile karşı karşıya bırakıldılar.

Bu süreci yönetenler, yine süreci kontrol için kullandıkları medya gibi araçlarla halkların kendi içlerinde yarattıkları “ nefret” ile kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizmin “böl ve yönet” taktiğine yine ve yeniden başvurdular.

Bütün bu pandemi faşizmi süresince Dünya Sağlık Örgütü ve hükümetlerden ne olduğuyla ilgili bilgi isteyen halkın en çok duyduğu cevap ise “ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz” oldu.

Bugün “ne olduğunu tam olarak bilmediğimiz” şey uğruna mahvoluyoruz.

İşin en akıl almaz tarafı ise bu yaşananların tam merkezinde egemen sınıfın bazı kesimlerinin aksine kendilerini saklama ihtiyacı bile duymamış kirli ilaç sanayisi ve kirli hükümetler varken bile dünya solunun ve ilericilerinin büyük bir kısmının uzun süre tek propagandasının o kirli aracılara daha da para kazandıracak “aşı dağıtımındaki adaletsizlik” olmasıydı.

Bütün bunlar her zamanki gibi geç de olsa değişiyor.

Ancak “kaybedilen” özgürlükleri geri alma mücadelesi, mücadelelerin en zorudur.

Bu değişimi hızlandırmak, mücadeleye güç vermek ve artık “direnişi serbest bırakmak” hepimizin elinde.

Geleceğiniz için bu direnişe katılın.