EOKA’yı anlamadan Kıbrıs konuşulamaz

Oz Karahan

Oz Karahan – Avrupa Gazetesi (03.04.2022) – Daha önce de EOKA ile ilgili yazdığım bir yazıda bahsettiğim bir anı…

Şu anda hayatta olan dünyanın en önemli komünist liderlerinden sayabileceğimiz Filipinler Komünist Partisi kurucusu ve gerilla komutanı Jose Maria Sison ile Kıbrıslılar Birliği örgütü olarak gerçekleştirdiğimiz buluşmalardan biri…

Kendisi Kıbrıs ile ilgili konuşurken gerilla eğitimleri sırasında EOKA ve onun stratejilerini öğrettiklerini söylemişti.

Şu anda dünyadaki en büyük komünist gerilla örgütü ile bize “faşist” olarak öğretilen bir örgüt…

EOKA ve mücadelesinin Kıbrıs konusu hakkında konuşan herkes tarafından bilinmesi gerekmektedir.

Geçtiğimiz günlerde KKTC sahte devletinin başındaki Ersin Tatar, Rumca konuşan Kıbrıslıların 1 Nisan kutlamaları öncesinde bir açıklama yayınladı.

Açıklamasında EOKA’nın ilk bildirisinde amacını “Türk ulusunun bir uzantısı olan Kıbrıs Türklerini adadan atmak ve Enosis’i gerçekleştirmek” olarak belirttiğini yazdı.

Elbette bu büyük bir yalandır!

EOKA’nın ilk bildirisinde değil “Kıbrıslı Türkler”den söz etmek, Türklükle ilgili bir ima dahi bulunmamaktadır.

Burada 1955 yılından Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasına kadar geçen süre boyunca mücadele veren EOKA ile 1971 yılında kurulan EOKA-B’yi birbirinden ayırmamız gerektiğini herkese hatırlatırım.

İngiliz kolonyalizmine karşı mücadele için kurulan ve dünyada o dönemin tüm anti-kolonyal mücadelelerince desteklenen EOKA’nın liderleri savaşçılarına mücadeleleri süresince bir direktif vermiştir.

O da Türkçe konuşan Kıbrıslılara dokunulmaması üzerine verilen direktiftir.

Ve bu direktif birçok Türkçe konuşan Kıbrıslının sömürgeci İngilizlerin yanında oksidari polis olarak silah tutmasına ve Rauf Denktaş gibi İngilizlere çalışan kişilerin olmasına rağmen verilmişti.

Tabii bu direktifin başka bir nedeni daha vardı.

Yazımın başında bahsettiğim anektodu sizlerle daha önce “EOKA ve Türkçe konuşan Kıbrıslılar” başlığıyla kaleme aldığım yazımda paylaşmıştım.

O yazıda insanlarımızın bir kısmının bilmediği, ancak bilen insanlarımızın da korkudan konuşmadığı bazı gerçeklere de değinmiştim.

O gerçeklerden biri Türkçe konuşan Kıbrıslılar arasında ve hatta bazı oksidari polisliği yapan insanlarımızın bile gizlice EOKA’nın içinde yer almış olduğu gerçeğiydi.

Hatta Derviş Ali Kavazoğlu’nu katleden kişilerin daha önce EOKA içinde yer alan, sonra TMT saflarına geçecekleri zaman “kendilerini ispatlama” amacıyla tetiği çekmesi istenen kişiler olduğunu yazmıştım.

Şimdi hem Ersin Tatar’ı, hem beni, hem de bugüne kadar EOKA hakkında okuduğunuz herşeyi bir kenara bırakın ve birlikte “rakamlara” bakalım.

Çünkü dünyaya gelmiş en büyük tarihçilerin de kabul ettiği gibi “tarih” bir bilim değildir ve her zaman subjektiftir.

O yüzden geçmişle ilgili birilerinden duyacağınız hikayeleri tamamıyla “gerçek” veya bilimsel birer veri olarak görmeniz yanlıştır.

Ancak rakamlar gerçektir ve bilimsel birer veridir.

EOKA mücadelesi boyunca Kıbrıs’ta 238 sivil öldürmüştür.

Bunların 203’ü Rumca konuşan Kıbrıslı, 26’sı İngiliz ve sadece 9’u Türkçe konuşan Kıbrıslıdır.

Siviller dışında öldürülen ve İngiliz sömürge yönetimi için çalışan asker ve polislerin sayısına da bakalım.

EOKA mücadelesi boyunca Kıbrıs’ta 153 sömürge yönetimi için çalışan üniformalı öldürmüştür.

Bunların 116’sı İngiliz, 15’i Rumca konuşan Kıbrıslı ve sadece 22’si Türkçe konuşan Kıbrıslıdır.

Bu rakamlar EOKA’nın aktif olduğu süre içinde Kıbrıslılar arasında karşılıklı çıkan silahlı çatışmalarda ölen insanları kapsamamaktadır.

Karşılıklı çıkan silahlı çatışmalarda ölen Kıbrıslıların sayısı ise 115’tir ve bu sayının çoğunluğunu da Rumca konuşan Kıbrıslılar oluşturmaktadır.

Bu rakamları ve verileri tekrar tekrar okuyunuz.

Çünkü okudukça size öğretilen yalanları sorgulayabilir ve o yalanlar kullanılarak zihinlerinize takılan yularlardan kurtulabilirsiniz.

Bu rakamlar elbette EOKA ile ilgili ciddi bir konuyu da göz önüne koymaktadır.

Öldürdüğü kişilerin çok büyük bir kısmının Kıbrıslılar olması dünya tarafından örnek bir anti-kolonyal mücadele olarak gösterilen bu hareketin sömürgeciden çok kendi insanını öldürdüğü gerçeğini bize göstermektedir.

Aynı zamanda EOKA’nın doğru olan hürriyet mücadelesini bir kenara bırakırsak, yanlış olan başka bir devlete bağlanma amacı yani Enosis kendisini dünya üzerindeki diğer anti-kolonyal mücadelelerden ayırmaktadır.

Ancak bu noktada sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek için Kıbrıslı nüfusunun yüzde 82’sini oluşturan Rumca konuşan Kıbrıslıların tarihsel değerlerini ve genel olarak Kıbrıslıların tarihini iyi bilmek gerekmektedir.

Aksi halde bağımsız bir Kıbrıs hakkında yapılan konuşmalar ancak ciddiyetsiz laf kalabalığı olabilir.

Örneğin 1821 yılında Osmanlı’ya karşı başlayan ve her yıl 25 Mart tarihinde hem Yunanistan hem Kıbrıs’ta kutlanan Yunan bağımsızlık mücadelesinin Kıbrıs tarihi için olan önemini Türk bağımsızlık mücadelesiyle bir tutmak tam anlamıyla bir saçmalıktır.

Bunun sebebi ise, 1821 yılındaki Yunanlıların Osmanlı’ya karşı verdiği mücadeleye hem Rumca konuşan Kıbrıslıların silahlı olarak katılmış olması, hem de o savaşın bugün Kıbrıs tarihinin en büyük toplumsal mücadelesi olan ve Türkçe konuşan Kıbrıslılar tarafından yönetilen 1833 yılındaki Gavur İmam İsyanı’nın temelini oluşturmasıdır.

Bu nedenle Kıbrıs’ta 25 Mart’ın kutlanmasını aynı zamanda Kıbrıs’ta Türkiye’nin Cumhuriyet Bayramı olan 29 Ekim’in kutlanmasıyla bir tutmak yanlış ve absürttür.

Çünkü bir tarafta Rumca konuşan Kıbrıslıların 1821-1829 yılları arasında katıldığı ve 1833 yılında Kıbrıs’taki Türkçe konuşan Kıbrıslıların da bağımsızlık mücadelesinin temelini oluşturan bir kavga vardır.

Öteki tarafta ise 1914 gibi yakın bir tarihte Türkçe konuşan Kıbrıslıların İngiliz ordusu içerisinde yer alarak Birinci Dünya Savaşı’nda karşısında mücadele ettiği bir devletin bayramı vardır.

Bugün Ersin Tatar’ın da dillendirdiği yalanlarla bezenmiş “tarih” öğretiminin bir parçası olmasa da biliyoruz ki Birinci Dünya Savaşı’nda Türkçe konuşan Kıbrıslılar Türklerin karşısında savaşmayı kültürel olarak yadırgamamıştır.

Osmanlı’daki “millet” sistemi sebebiyle ve bugünkü anlamda “Türklük” kavramının 1923’te kurulan Türk devletinin ilanı ile ortaya çıktığı gerçeği sebebiyle bu şaşırılacak bir durum da değildir.

Uzun lafın kısası bugün Helenizm ve Türkçülük arasında Kıbrıslıların geleceğini elinden alan diyalektik bir ilişki olduğu doğru olsa da, bu topraklarda tarihsel ve kültürel olarak Türkçülük Helenizm ile aynı noktadan değerlendirilemez.

Çünkü Helenizm mücadelesi bu topraklarda doğal bir şekilde gelişmiş ve 1833’te Türkçe konuşan Kıbrıslıları rahatsız etmeyerek onların da başını çektiği toplumsal hareketlere bile esin kaynağı olabilecek bir noktadayken, Kıbrıs’ta Türkçülük ve Türk kimliği sömürgeci İngilizlerin Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra adaya “böl-yönet” stratejisi için ithal ettiği bir düşüncedir.

Bu bakış açısı ışığında asıl konumuza geri dönecek olursak, TMT’yi EOKA’nın mücadelesinin ve içinde hakim olan ideolojik yapının karşıtı ya da ona karşı doğmuş doğal bir reaksiyon olarak görmek de sömürgecilerin “böl-yönet” stratejisinin zihinlerde bıraktığı bir tahribat olmaktadır.

25 Mart ve 29 Ekim karşılaştırması…

EOKA ve TMT karşılaştırması…

Bunlar gibi bazı insanlarımızın zihinlerinde “karşıt” ve birer “haklı reaksiyon” olarak yer edindirdikleri hatalı denklemler aslında Türkçe konuşan Kıbrıslıları gerçeklerden ve bağımsız Kıbrıs’tan uzaklaştıran en önemli etkenlerdir.

Bu örnekleri dilediğiniz kadar çoğaltabiliriz.

Hepsi birbirinden absürt olan denklemlerden en “sevdiğim” ise Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken sırf samimi bir şekilde Ortodoks olan Rumca konuşan Kıbrıslıların belirledikleri dini bayramlarıyla tatil sayısını eşitlemek isteyen “dinsiz” Türkçe konuşan Kıbrıslıların Türkiye’de bile tatil olmayan “kandilleri” tatil olarak belirlemesi.

Sömürgecilerin insanların benliğine kodladığı “kompleksler” ve o kompleksleri sömürgeciler ile birlikte kullanan Kıbrıs’taki siyasi elitler…

O zavallı komplekslerden kurtulmak ise toplumun ve bireylerin kendi elinde olan bir şeydir.

İşte tam bu noktada o komplekslere ve o kompleksleri besleyen ideolojilere karşı bir panzehir olan “Kıbrısçılık” yani Kıbrıs milliyetçiliğinin önemiyle bir kez daha karşı karşıya kalmaktayız aslında.

Emperyalistlerin kör düğüm ettiği ve komplekslerle kimlik bunalımı içinde yüzen zihinlerin hepsine anti-emperyalist bir ilaç olarak.