Oz Karahan – Avrupa Gazetesi (19.07.2021) – Temmuz ayında Kıbrıs’ın özgür bölgelerinde iki kere acıyla çalar sirenler…
Sirenlerin biri 15 Temmuz 1974’te Yunan cuntası ve Kıbrıs’ta kontrolü altındaki grupların organize ettiği darbe için, diğeri ise bu darbe sonrasında Türkiye’nin 20 Temmuz 1974’te adayı işgal harekâtına başladığı için.
İnsanoğlu daha iyi bir gelecek inşa etmek istiyorsa mutlaka geçmişteki hatalarını unutmamalı, onları iyi analiz etmeli ve sadece o hataları değil sebeplerini ve arkasındakileri de bilip kollarını sıvamalı ileri bakarken…
Bugün nihayet bu iki harekâtın da aynı merkezden, yani NATO tarafından organize edilip iki olaya da müdahil olan kesimlerin işbirliği ve anlaşması ile yapıldığını Kıbrıs’ın işgal bölgesindeki solcularımızın bazılarına da öğretebildik.
Bu güzel…
Ancak herhalde federalistlerin, bu iki olayı NATO’nun eğlence için değil, üniter Kıbrıs’ın ve Amerika’nın tabiriyle “Akdeniz’in Castro’su” Makarios’un adadaki NATO varlığına tehdit oluşturdukları için planladığını ve bu planın nihai hedefinin adadaki statükonun devamı adına işgalci NATO gücü tarafından ortaya atılan “toplumlara ve bölgelere bölünmüş federal Kıbrıs” tezinin savunulmasıyla gerçekleştiğini anlamaları için bir elli yıl daha beklememiz gerekecek!..
Geçmişi iyi okuyan insanlar, 50 yıl sonra bu basit gerçekleri anlamanın ya da kabullenmenin hiçbir anlamı olmayacağının bugün de farkındalar tabii…
İşte iyi okunması gereken geçmişin önemli bir kısmı da o iki tarihin sadece kendisi değil, hakkında çok yazılmayan o iki tarih arasında neler yaşandığıdır.
Ve en önemlisi, bu darbenin asıl muhatabı olan Makarios’u ve o zamanın Kıbrıs’ını iyi tanımak…
“Akdeniz’in Castro’su” Makarios daha Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilanı bile konuşulmazken 1955 yılında daha sonra bir dönem dünyanın en büyük anti-emperyalist ve anti-kolonyal devlet birlikteliği olacak “Bağlantısızlar Hareketi”nin kurulmasına zemin olacak Bandung Konferansı’na başpiskopos sıfatı ile katılmış biriydi.
Kıbrıs konusundaki sevaplarını ve günahlarını bir kenara bırakırsak, tüm hayatı boyunca tutarlı bir şekilde anti-kolonyal mücadelelerin yanında yer almış ve zamanın büyük devrimci ve anti-emperyalist liderleri arasında çok saygın bir isme sahip olmuştu.
Makarios’un 1963-64 arası çıkarttığı anayasa krizinden sonra atacağı adımın Garanti Antlaşması’nın ve İngiliz üslerinin adadaki varlığının sonlandırılması olacağı ise açık açık konuşulmaya başlanmıştı bile.
Elbette yüzyıllar sonra bağımsızlık elde etmiş, jeopolitik olarak dünyanın en önemli yerlerinden biri olan bir adacığın başında bu denli güçlü bir imaja sahip bir liderin olması ve Soğuk Savaş ortasında bu liderin adadaki NATO varlığını sonlandırması emperyalistler tarafından kabul edilebilecek bir şey değildi.
1960’ların sonlarından itibaren anti-kolonyal mücadele vermiş halklara Anglo-Amerikan emperyalizminin keseceği “cezalar” başlıyorken, Kıbrıs da bundan payını alacaktı.
1971 yılında Lizbon’da gerçekleşen NATO Dışişleri Bakanları toplantısında bu cezanın nasıl kesileceği de Türkiye ve Yunanistan da dahil tüm taraflar tarafından kararlaştırılmıştı.
Plana göre Yunanistan’da yönetimde olan Amerika Birleşik Devletleri destekli Yunan cuntası adada bulduğu daha sonraları EOKA-B’ye dönüşecek olan Milli Cephe isimli grup ile Makarios’a karşı bir darbe organize edecek, sonrasında Türkiye Garanti Antlaşması’ndaki “Kıbrıs’ın üniter anayasal düzeni koruyuculuğu” görevi ile adaya harekât düzenleyecek ve adanın yarısında kontrol sağlandıktan sonra yine Türkiye ve onun yanında yer alan Türkçe konuşan Kıbrıslılar tarafından Kıbrıs’taki üniter ve konsesyonal anayasal düzenin “federal Kıbrıs” ile değiştirilmesi fikri ortaya atılıp statüko ile adadaki NATO varlığının devamı sağlanacaktı.
15 Temmuz 1974 sabahı Makarios Trodos’ta hafta sonunu geçirdiği yazlık evinden Başkanlık Sarayı’na Mısırlı öğrenciler için verdiği bir resepsiyona yetişmek için yola çıkmıştı.
Makarios, 1970 yılında ölen Mısırlı anti-emperyalist lider Cemal Abdünnasır ile yakın dostluğu sebebiyle Kıbrıs ile Mısır arasında da ilişkilere önem veriyordu.
15 Temmuz sabahı “İskender hastaneye girdi” parolası ile harekete geçen darbeciler Başkanlık Sarayını çevrelemiş, dışarıdan gelen silah sesleri Mısırlı öğrencileri ürkütmüştü bile.
Mısırlı öğrencileri sakinleştirip güvenliklerini sağladıktan sonra sivil kıyafetler ve üç koruması ile birlikte saraydan kaçmayı başaran Makarios önce Cikko Manastırına geçmiş, orada biraz dinlendikten sonra da Baf’a gitmiştir.
Bu sırada EDEK’in savaşçıları ve Makarios’a bağlı birlikler darbecilere karşı mücadele etse de başarılı olamamış ve Lefkoşa düşmüştür.
Lefkoşa’yı eline geçiren darbeciler Makarios’un yerine geçebilecek isimler ile görüşmeye başlamıştı bile.
Cumhurbaşkanlığı teklifini öncelikle Glafkos Kleridis ve sonrasında birkaç kıdemli yargıca götürmeleri ve red cevabı almalarından sonra ellerinde kalan tek seçenek olarak istemeye istemeye Nikos Sampson’a bu teklifi götürmüşlerdir.
Darbenin yöneticilerinden Yunan Tuğgeneral Mihalis Yorgitsis bu kararını Yunan cuntası lideri Tuğgeneral Dimitrios Yuannidis’e bildirdikten sonra “Kıbrıs’ta beş yüz bin Yunan var ve bula bula bu adamı mı buldun?” cevabını almıştı ama başka şansları kalmadığını ikisi de biliyordu.
Darbeciler Makarios’un öldürüldüğü haberlerini radyodan yayınlarken, Makarios bulunduğu Baf’tan radyo ile halkına sesleniyordu:
“Ben Makarios… Ben sizlerin lideriniz olarak seçtiğiniz kişiyim. Ölmedim. Hayattayım. Ben de sizinle birlikte bu mücadelede bir savaşçı ve bayrak taşıyıcısıyım. Cunta’nın darbesi başarısız oldu. Hedef bendim ve yaşadığım sürece cuntanın Kıbrıs’a girmesine izin vermeyeceğim. Cunta Kıbrıs’ı yok etme kararını verdi. Kıbrıs’ı bölmek istiyor. Ama başarılı olamayacak. Kıbrıs her zaman cuntaya direnmiştir. Korkma… Şimdi hepimiz bu mücadeleye katılalım!”
16 Temmuz 1974 sabahında Kıbrıs darbecilerin kontrolündeydi bile.
Ve çatışmalarda 450 kişi hayatını kaybetmişti.
Bu süreç yaşanırken Rauf Denktaş Türkçe konuşan Kıbrıslılara evlerinden çıkmamalarını, bu yaşananların Rumca konuşan Kıbrıslıların arasında olduğunu, Türkçe konuşan Kıbrıslıları ilgilendirmediğini söylüyordu.
Geceyi Baf’taki Birleşmiş Milletler Barış gücü kampında geçiren Makarios sonrasında İngiliz ordusuna ait bir uçakla Malta üzerinden Londra’ya geçerek İngiliz Başbakan Harold Wilson ve Dışişleri James Callahan ile görüşmüştü.
Darbeye karşı tüm direncin neredeyse ortadan kalkması ile 18 Temmuz 1974 günü Nikos Sampson kameraların karşısına çıkarak “Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı” sıfatıyla ilk basın toplantısını yapar.
Basın toplantısının büyük kısmı Makarios’a hakaretler ederek, Sampson’un kendisi gibi sözde “vatanperverlere” yıllarca Makarios tarafından nasıl işkenceler ve zulümler yapıldığını anlatır.
19 Temmuz 1974 günü Londra’dan sonra New York’a Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne konuşmak için giden Makarios uzun konuşmasının bir kısmında şunları söylemişti:
“Kıbrıs’taki olaylar Kıbrıs Rumlarının bir iç meselesi değildir. Bu durumdan Kıbrıslı Türkler de etkilenmektedir. Yunan cuntasının darbesi bir işgaldir ve sonuçlarından hem Rum hem de Türk tüm Kıbrıs halkı zarar görmektedir.”
Aslında bütün bu yaşananlar bir bedeldi.
Köşeye sıkışmış Makarios Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde yaptığı çaresiz konuşma ile istemeyerek de olsa NATO’nun planının son evresine yeşil ışık yakmak zorunda kalmıştır.
20 Temmuz 1974 Türk askerleri, Kıbrıs’ın üniter ve konsesyonal “anayasal düzenini yeniden tesis etmek” bahanesiyle operasyona başlamış ve sadece günler sonra anayasal düzeni yeniden kurmaktan vazgeçtiklerini ve Kıbrıs için iki toplumlu iki bölgeli bir federasyon uygun gördüklerini açıklayarak adaya aslında işgal etmek için geldiklerini tüm dünyaya göstermişlerdir.
Bugün sözde solcularımızın ölesiye savunduğu NATO planı “federal Kıbrıs” tezi o gün Türkçe konuşan Kıbrıslı liderliği tarafından savunulmuş ve Makarios’un Yunanistan, Türkiye ve İngiliz ordusundan ve NATO’dan arınmış “bağlantısız” Kıbrıs fikrinin karşısında dünya egemen güçlerinin desteğiyle masaya oturtturulmuştur.
15 Temmuz 1974 darbesi, 20 Temmuz 1974 işgali ve “federal Kıbrıs” tezi, Kıbrıs’ın Yunanistan ve Türkiye’ye pay ettirilmesi ve statükonun devamı, yani NATO ordularının adadaki güvenliği için emperyalistler tarafından birlikte tasarlanmıştır.
Kıbrıs’ın bağımsızlığı ve NATO emperyalizminden kurtulabilmesi için tek çözüm, çoğulcu bir demokrasiye sahip üniter Kıbrıs Cumhuriyeti’nden başka bir şey değildir.