Oz Karahan – Avrupa Gazetesi (30.05.2021) – Çocukluğumda Türkçülerin İstanbul’daki radyolarını dinlerdim hep.
Bolca Rauf Denktaş’ın ilahlaştırıldığı programların arasında neredeyse her gün radyoya destek araması yapan “Türk Ortodoks Patrikhanesi”nin ismi sanıyorum Kutlu Adalı’nın öldürüldüğü yıllarda aklıma kazındı.
Türkçülük ve Türk bir Ortodoks Patrikhanesi…
Kafanız şimdiden karıştı biliyorum…
Şu anda bu yazıyı yazarken kitaplığıma bakıyorum.
On yaşıma kadar bitirdiğim tüm Nihal Atsız kitaplarımdan “Ruh Adam” ve sonrasında beni organik bir şekilde sosyalizm ile tanıştıran Sultan Galiyev hakkındaki eserler Larnaka’da evimde karşımda duruyor…
Bazı Kıbrıslılara baktığımda Kutlu Adalı’nın katledilmesi ile ilgili bugün hala bir fail aradıklarını görüyorum.
Kıbrıs’ta bir Kıbrıslının katledilmesi için yine gözler Türkiye’ye dönmüş çok tuhaf bir şekilde.
Türkiye’dekiler de buna anlam veremiyor…
Kutlu Adalı konusu, Kıbrıs sorunu ile ilgili konulara boğulduğumuz zamanlarda bana 2000’lerin başına kadarki Kıbrıs’ı hatırlattı.
Bu periyodun bazı duyduğunuz, çoğu duymadığınız aktörlerini ve aralarındaki ilişkileri size “Kutlu Adalı bildiğiniz sebeplerden katledilmedi” yazısı ile başladığım ve bugün de devam edeceğim cümleler ile anlatacağım.
Hadi biraz konuyu renklendirelim ve tarih konuşalım…
1922 yılında Türk Kurtuluş Savaşı sürerken Türklerin yanında yer alan Karamanlı Ortodoks birkaç kişinin kurduğu “Umum-i Anadolu Türk Ortodoksları Cemaatleri” adında bir grup ortaya çıkar.
Kayseri’de Pavlos Karahisaridis’in öncülüğünde kurulan gruba o zamanlar 72 Ortodoks papaz daha destek verir.
Pavlos Karahisaridis yani Papa Eftim 23 Nisan 1920’de Ankara’da Millet Meclisi’nin açılış duasını okuyan din adamlarından da biriydi aynı zamanda.
21 Eylül 1922 yılında resmi olarak “Türk Ortodoks Patrikhanesi” ismini alan grubun başındaki Papa Eftim ilerleyen zamanlarda Rum Ortodoks Patrikhanesi’ni arkadaşlarıyla birkaç defa işgal girişiminde bulunarak kendini “Bütün Ortodoks Cemaatleri Temsilcisi” ilan etmeye çalışır.
Türk Kurutuluş Savaşı’nın ilerleyen evrelerinde özellikle Papa Eftim’in takındığı aşırı Türk milliyetçisi tavırlar ve Türkiye ile Yunanistan arasındaki nüfus mübadelesinde Atatürk’ün Karamanlıları Yunanistan’a göndermesi gibi sebeplerle bu sözde patrikhane üyesiz ve cemaatsiz kalır.
Lozan Antlaşması ile İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi de kendi haline bırakılınca Papa Eftim’in iktidar hayalleri tamamıyla suya düşer.
Dünyadaki hiçbir Hristiyan cemiyeti tarafından tanınmayan bu grup halihazırda İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne ait birkaç kiliseyi işgal etmektedir.
Kurtuluş savaşından beri hayatına devam eden bu “tabela patrikhanesinin” kiliseleri bugüne kadar derin devlet yapılanmalarının yuvası halindeki hayatlarına devam etmektedir.
FETÖ’nün sulandırdığı Ergenekon davalarında derin devlet yapılanmalarının “karargahı ve kasası” olarak da bahsedilen bu Türk Ortodoks Patrikhanesi’nin Rauf Denktaş için de ayrı bir yeri vardı.
Her dönem yakın ilişkiler içinde olan Denktaş ve patrikhane, ikisinin de Türk devleti tarafından silineceği 2000’li yılların ortasından sonra çeşitli etkinliklerde saklanmadan da bir araya gelmişti.
2000’li yılların başında derin devlet yapıları tarafından Türkiye’nin çeşitli yerlerinde kurulan Türkçü ve Turancı görünümlü derneklerin büyümesi adına da Sedat Peker gibi isimlerle büyük çaba sarfeden patrikhane bu faaliyetleri için ilginç taktiklere de başvuruyordu:
Türkiye’ye getirdiği ve o zamanlar bir avuç olan cemaatindeki Ortodoks Gagauz kadınlarını kullanarak hem örgüte üye devşirmek, hem de gizli kasetler hazırlamak gibi faaliyetler örneğin…
Bu patrikhanenin yönetimi ve papazlığı, resmi olarak ismini Zeki Erenerol olarak değiştiren Papa Eftim’in ailesi içinde gerçekleşmektedir.
Ailenin kadın fertlerinden Sevgi Erenerol ise partikhanenin sözcüsü ve en aktif üyesi.
Rum Ortodoks Pavlos Karahisaridis, nam-ı diğer Papa Eftim, nam-ı diğer Zeki Erenerol’un kolunda ay ve onun yanında yıldız yerine gamalı haç yani svastika dövmesi bulunan bir torunu Sevgi.
2003 yılında “Rauf Denktaş’ın Arkasındayız” bildirisinde de imzacıydı kendisi…
Bildiriye diğer imza atanları incelediğimizde bu kişilerin Kutlu Adalı suikastı ile ilgili “fazlası yok eksiği var niteliğinde” mini bir “sanık” ve “tanık” listesi olduğunu görebilirsiniz.
Mesela Türk Metal-İş Sendikası Başkanı Mustafa Özbek…
1992-1993 arasında Rauf Denktaş tarafından milyonlarca sterlinlik mal varlığı kendisine hibe edilen tüm karanlık işlerin sarı sendikacı “Mustafa abi”si…
Bu derin devlet yapılanmasının yayın organı, merkezini güvende ve Rauf Denktaş’ın himayesinde olması için Kıbrıs’ın kuzeyine taşıyan ve Rauf Denktaş’ın da sıkça halka sesleniş yaptığı Avrasya TV’nin sahibi aynı zamanda!
Kutlu Adalı’nın katliyle bağlantılı bir isim…
Mesela emekli yüzbaşı Muzaffer Tekin…
Rauf Denktaş tarafından, Kutlu Adalı’nın katlini üstlenen derin devlet yapılanmasının paravan örgütü “Türk İntikam Tugayı”nın başındaki Semih Tufan Gülaltay ile birlikte KKTC vatandaşlığı verilen Muzaffer Tekin, hem Kıbrıs’ta o dönem yaşanan çoğu karanlık işin içinde anılmış hem de Kutlu Adalı’nın katlini planlayanlar arasında ismi geçmişti.
Mesela Özel Harekat Dairesi Başkanvekili Susurlukçu İbrahim Şahin…
Mesela o dönem Kıbrıs’ta askerliğini yapan ve bu isimlerle tanışan Ergün Poyraz…
Daha çok isim var…
Rauf Denktaş’a destek kampanyaların başındaki Muzaffer Tekin ve diğerleri tutuklandığı zaman ise Rauf Denktaş her gün “onlar vatan için her şeyi ortaya koyabilen kardeşlerimizdi, Türk halkı bu muameleye layık değil” diye ağlamaktaydı.
Mehmet Ağar, Galip Mendi, Korkut Eken gibilerine gelmedim bile…
Kafanız çok karıştıysa size Kıbrıslının daha kolay anlayacağı şekilde anlatayım.
Kıbrıs’ın kuzeyi 1974’ten 2002 yılına kadar Denktaş, Türk derin devlet yapıları ve ona bağlı mafya-kumarhane-karapara aklama sektörünün kontrolünde yönetilmiş bir yerdir.
2002’den sonraki birkaç sene ise Erdoğan, FETÖ ve adada kullandıkları federalistler tarafından yönetilmiştir burası…
Erdoğan ve FETÖ’nün arasındaki ilişki bozulana kadar Türk derin devlet yapıları ve Rauf Denktaş Ergenekon davaları ile susturulmuştu.
Erdoğan, FETÖ’nün kendisine ihanetinden sonra bu derin devlet yapıları ve üyelerini hapisten çıkartıp özür dileyerek yanına aldı ve Kıbrıs’a da yeniden Denktaş’ın ruhu ve siyaseti hakim oldu.
O hayatta olmasa bile…
Kafanızı sağa sola çevirseniz de, bilmiyormuş gibi davransanız da Kutlu Adalı’nın katlinin faili Rauf Denktaş’tan başkası değildir.
Eğer “benim gücüm ona yetmez, gazete köşelerinden polisiyecilik oynayıp tetiği çeken kişinin izini sürerim” diyorsanız orası ayrı.
O zaman, tetiği çekenler veya şu anda konuşulan diğer isimlerin birçoğu zaten Rauf Denktaş tarafından KKTC vatandaşı yapılmış durumda olduğundan, bu kişilerin “bağımsız yargınız” tarafından neden hala cezalandırılamadığını merak etmekteyim(!)
Tetikçiler, plancılar, yataklık edenler, finansörler hepsi aranızda, hepsi sahte devlet KKTC vatandaşı ya da sermayeleri ile sağ ya da sol fark etmeksizin tüm siyasi partilerinizi “bağış” yoluyla yöneten mafya, uyuşturucu ve karapara ağının bir parçası.
“Barnabas İncili” masallarının arkasına takılıp, öldürülen Kıbrıslıların neleri savundukları için öldürüldüğünü unutturmaya da devam edebilirsiniz.
Ama ben hatırlatacağım…
1974 yılına kadar Kıbrıslı gazeteciler, sendikacılar ve siyasetçiler, sadece üniter Kıbrıs Cumhuriyeti’ni savunduğu için öldürüldüler ya da baskı gördüler.
Fazıl Önder, Ayhan Hikmet, Ahmet Muzaffer Gürkan, Derviş Ali Kavazoğlu, İhsan Ali ve niceleri…
1974 sonrasında öldürülenler ise sadece Türkiye’nin bir savaş suçu olarak Kıbrıslıların sonunu getiren “illegal Türk yerleşikleri” adaya getirmesine, yani bir insanlık suçu olan demografik mühendisliğine karşı durdukları için öldürüldüler.
Raif Denktaş ve Kutlu Adalı…
Bu kahramanların hiçbiri ne “Rumcuydu” ne de “hain”…
Kimisi İhsan Ali gibi Atatürkçüydü, kimisi Ahmet Muzaffer Gürkan gibi Turancı…
Ama hepsinin fark ettiği şey Türkçe konuşan Kıbrıslıların bu adada var olabilmesinin yolunun toplumun çoğunluğunun hain cepheler tarafından “götürüldüğü” yol olmadığıydı.
Kimisi Ayhan Hikmet gibi ilk günden üniter Kıbrıs Cumhuriyeti’ni, kimisi Kutlu Adalı gibi önce taksim, sonra federasyon ve en sonunda çoğulcu demokratik üniter Kıbrıs’ı savunmuştu.
Artık ne kendi kafanızı, ne de başkalarının kafasını karıştırmaktan vazgeçin…
Artık bu memleket için mücadele etmiş ve hayatını vermiş insanların kavgasını kendi çıkarlarınız için manipüle etmekten de vazgeçin.
Kıbrıs ve Kıbrıs sorununun, Beşparmaklar ve Mesarya arası bir bakış açısıyla ve yine Beşparmaklar ve Mesarya arasında bir mücadeleyle bir yere varamayacağını anlamanız için birinci ağızlardan daha ne yazılmasını, söylenmesini bekliyorsunuz bilmiyorum.
Ama aklınızı başınıza almazsanız, kendinize ister sağcı deyin, ister solcu fark etmez, Kıbrıslılara yani “Rum piçlerine” bu topraklarda özgür bir gelecek yazılmayacağını, daha kötü yollardan ve toplu şekilde öğrenmek zorunda kalacağınız günler yakındır.
Kıbrıs’ın kuzeyi, işgalin getirdikleri ve illegal Türkiyeli yerleşik taşıma politikası ile pisliğin içinde yüzmek adına yaratılmış bir yapıdır.
Kurulmasının amacı budur, sözde anayasası dahil herşeyi bunun üzerine oturtturulmuştur.
Bir Kıbrıslının hiçbir zaman tam olarak bilemeyeceği ve anlayamayacağı “derinliğe” ve “işleve” sahip bu yapıdan, hala Türkiye’nin adadaki etkisinin ve nüfusunun korunacağı “federasyon” gibi Türk tezleri ile kurtulabileceğinizi zannederek en büyük ihaneti yapıyorsunuz.
İşte bu yüzden biz de bu topraklarda katledilmiş farklı ideolojilere sahip çoğu kahramanın söylediği gibi, toplumumuzun Kıbrıs’ta onurlu bir şekilde yaşayarak demokrasi mücadelelerini verebilmesi için tek çözümün çoğulcu demokratik ve üniter bir Kıbrıs Cumhuriyeti’nden geçmektedir diyoruz ve bunun için mücadele veriyoruz.
Ya yarın geç olmadan siz seçeceksiniz, ya da yarın size zaman ve şartlar iki şey arasında seçim yaptırmış olacak…
O iki şey ise “ya Kıbrıs Cumhuriyeti, ya Türkiye Cumhuriyeti”dir…