Oz Karahan – Avrupa Gazetesi (06.12.2020) – “Halkın kendi kendini yönetmesine demokrasi denir”…
İlkokulda hepimize öğretilen kalıp bir cümle…
Doğal olarak bir terim akla kalıp gibi kazınırsa onun üzerinde fazla düşünmeye ihtiyaç duymuyor insanoğlu…
Ancak demokrasi dediğimiz şey aslında onlarca çeşidi olan bir olgu.
Bu çeşitlere ve alt gruplara girerek bu yazıyı uzatmayacağım.
Kıbrıs’ın işgal bölgelerindeki eğitim sistemi olan Türkiye’nin eğitim sisteminde öğretilmeye çalışılan şey aslında “çoğulcu demokrasi”dir.
Çoğulcu demokrasi, çoğunluğun mutlak hakimiyetini reddeden, azınlıktakilerin siyasal ve kültürel haklarının kabul edilmesi gerektiğini ve azınlığın da bir gün çoğunluk olabilme hakkının verilmesini savunan demokrasi anlayışıdır.
Burada çoğunluk ya da azınlık terimleri bir etnik dağılım değil, herhangi bir düşünce, kültür ve siyasi görüş bağlamındadır.
Çoğulcu demokrasilerde genel olarak toplum “millet” bazında bir tutulur.
Bugün dünyada “modern demokrasi” denilen ve demokrasi adına kabul edilen şey aslında çoğulcu demokrasidir.
Her vatandaşın “bir oy”a sahip olduğu sistem.
Kıbrıs için federal ya da diğer ayrılıkçı ve bölücü hayallerin karşısında duran Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yasal konsesyonal yapısı da çoğulcu bir demokrasi örneği değildir elbet.
Ancak konsesyonalizm, çoğulcu demokrasiye en uygun geçiş evresidir ve bu “geçiş”lerin dünyada örnekleri mevcuttur.
Örneğin bugün demokrasisine gıpta ile bakılan Hollanda 1967 yılına kadar konsesyonal bir devletti.
Bunun sebebi ise çok basittir.
Konsesyonalizm yapısı itibarı ile toplumların içindeki siyasal ve sosyal grupları birlikte çalışmaya zorlamakta ve bu zorlama sırasında küçük grubun büyük üzerinde, büyük grubun da küçük üzerinde bir hegemonya oluşturmasının önüne geçmektedir.
Bu birlikteliğin belirli bir dönem sonra toplumun siyasal ve sosyal yapısının bir parçası olması, moderm demokrasiye, yani çoğulcu demokrasiye geçişi sağlamaktadır.
Tabii, bütün bunların pürüzsüz bir şekilde gerçekleşebilmesi için gerekli olan şey “üniter” bir devlettir.
Federal, gevşek federal, konfederal yapılarda ayrılık ve bölünmüşlük kurumsallaştığı ve meşrulaştığı için bu toplumlar hiçbir zaman bir bütünleşme evresi içine giremez, aksine toplum içindeki ayrım daha da genişler.
Bu sebeptendir ki, “federal Kıbrıs’ın zaman içinde bir bütünleşmeye” yol açabileceğini savunan kişiler bu düşüncelerini destekleyecek dünya tarihinde tek bir örnek gösterememektedir.
Ancak federalizmin uygulandığı tüm topraklar ya bölünmüş ya da bölücü akımların her daim varlığını koruduğu topraklar olmuştur tarih boyunca.
Toplumumuzun çoğunluğunu oluşturan Rumca konuşan Kıbrıslıların ezici kısmının “üniter devlet” hassasiyetini ve Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki emellerini de göz önünde bulundurursak, bugün savunmamız gereken şeyin, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ve yasal 1960 konsesyonal anayasasının devamı ile nihai hedefin “çoğulcu bir demokrasiye” ulaşmak olması gerekmektedir.
Dünya üzerindeki tüm modern devletler ve demokrasiler gibi “tek millet” ve “tek seçim ve seçmen kütüğü” ilkeleri üzerine kurulu bir yapı hedefi Kıbrıs’a gerçek bağımsızlığı ve birlikteliği getirecek tek idealdir.