Kimlik bunalımı ve Türkleşme

Oz Karahan

Oz Karahan – Avrupa Gazetesi (28.09.2020) – Kişilerin kimlik bunalımlarının siyasi görüşlerini ve yaşantılarını nasıl etkilediğini her zaman görmüşüzdür.

Özellikle Kıbrıs’ta.

Rumca konuşan Kıbrıslıların ve Türkçe konuşan Kıbrıslıların genel olarak üç veya dört kuşak geriye gidildiğinde ailelerinin bir olduğunu biliyoruz.

Hatta bazı Kıbrıslılarda bu birinci ya da ikinci kuşakta da olabiliyor.

Yakın geçmişimizde yaşadıklarımız sebebiyle, bu kuşak farkının azalması kişilerin Türkçülük ya da Elencilik akımlarına kapılma gereği duymaları ile orantılıdır bu adada.

Şöyle bir aklınıza getirin en büyük Kıbrıslı Türkçülerin bir kaçını.

Birçoğu öldü…

Birkaçı hala hayatta…

Anne ya da babasının Rumca konuşan Kıbrıslı olmasına rağmen en azılı provokatörlerimizden söz ediyorum.

İçinde yaşadıkları toplumda her an “hain” ya da “ajan” ilan edilme korkusu ile ruhlarını ve hayatlarını satmış insanlarımızdan…

“Rum piçi” lafına alışkın olan Kıbrıslıların içinde bu çirkin sözden çekindikleri için işgalcilerin altına yatanlardan söz ediyorum.

Pek konuşmasak da unutmaya çalışsak da bizim aramızdan Alparslan Türkeş gibi biri çıktı.

Yine ailesinin bir bölümünün Rumca konuşan Kıbrıslı olduğu hepimiz tarafından bilinen bir kişi.

İngiliz pasaportu ile Türkiye’de askeri okula yazılmaya çalışırken kendisine “senin burada ne işin var İngiliz piçi” dediklerini hayatı boyunca unutmayacak ve bunu söyleyenlerin gözünde bir “İngiliz piçi” olmamak için kimliğini ve geçmişini silecek bir adamdı Türkeş.

Nihal Atsız ile birlikte başladığı radikal Türkçülüğün bir “İngiliz piçi”nin Türkiye toplumu içinde kaldırabileceğinden ağır bir yük olduğunu, arkadaşlarının yaşadığı tabutluk işkencelerinin kendine gösterilmesinden sonra anlayıp davasını satarak “Türk-İslam” sentezinin ideoloğu olmuştu.

İçindeki bu bunalım, sadece kendi zihninde değil, doğmadığı ve ait olmadığı topraklardaki insanların zihinlerini bulandıracak derecede tahribat yaratacaktı.

Modern Türkçülüğün ideologlarından Ziya Kürdi yani Ziya Gökalp’ın hikayesi de farklı değildi.

Diyarbakırlı bir Kürt olan ve gençlik yıllarını Kürt milliyetçiliği hakkında çalışmalar yaparak geçiren bu derin kimlik bunalımlı adam “Türkçülüğün Esasları”nı yazacaktı.

Selanikli Moiz Kohen ya da değiştirdiği adıyla Munis Tekinalp ise Türkçülüğün ve Kemalizm’in en büyük ideoloğuydu.

Türkiye’deki azınlıkların zorla Türkleştirilmesi fikrini ortaya atacak, Atatürk’ün derin saygısına ve sevgisine sahip olacak, daha 1928 yılında başyapıtı olan “Türkleştirme” eserini yazacak, ömrünün sonunda ise Türkiye’deki Yahudileri Türkleşmeye ikna etmek için yazılar yazacaktı kendisi.

Daha niceleri var buraya yazamadığım.

Ama genç Türk Cumhuriyeti’nin kısa ömrünün çoğunda resmi ideoloji olarak benimsenen Türkçülüğün baş mimarları ve neferlerinin Türk bile olmaması bize herşeyi anlatmaya yetmektedir.

Muş’ta Kürt köyleri arasında MHP’ye oy veren Türk köyü görünümlü Ermeni köyleri…

Sosyal bir laboratuvar olarak seçilen Trabzon’daki Türk milliyetçiliğine bu topraklarda yaşayabilmek için sarılmış Pontus Rumları…

Türkiye’de bir paralel evren olan Adapazarı’nda tarikatlar, aşırı gericilik ve milliyetçilik ile Anadolu’ya tutunmaya çalışan Çerkezler…

Bu sebeple, Türkiye’deki halkın ne kadar gaddar ve zalim olabildiğini, bu özelliklerin genetiklerine nasıl işlediğini merak ediyorsak eğer bakmamız gereken yer Orta Asya değil, bu insanların zihinlerinde ve ruhlarında derin tahribat yaratmış, onları kimliklerinden, onur denen erdemden ve insanlıktan koparmış, yaşadıkları devletin kurucu resmi ideolojisi olmuş Türkçülük ve Türkleştirme politikalarıdır aslında…