Bir yudum su ve bir kırıntı cesarate muhtaç topraklar

Oz Karahan – Avrupa Gazetesi (27.09.2020) – Afrika’da kimsenin ziyaret etmediği köylerde yaşayan kabileler de dahil olmak üzere dünyadaki tüm toplumlar “ileriye” gitmek için çaba göstermektedirler.

Kültürel olarak, sosyal olarak ya da en azından yapısal olarak bir ilerleme…

Kendilerini yönetenlerden bekledikleri şey bir vizyondur…

Bu ilerlemeyi getirecek, hayatlarını biraz daha kolaylaştıracak, refahlarını biraz daha yükseltecek ileri bir görüş.

Devrim falan olmasa bile, dünden daha rahat yaşamaktır herkesin gayesi.

Aslında sadece devlet değildir bu tip şeyleri hedefleyerek hayata geçirmek için çalışması gereken.

Toplumun en küçük parçasını oluşturan bir “aile” bile bu şekilde geleceğe bakmak zorundadır.

Kendi çocuğu için, kendi geleceği için…

Dünya böyle dönüyor insanoğlunun bu gezegende var olduğu günden beri.

Bu dengenin tersine döndüğü yerlere veya toplumlara pek fazla rastlamamıştır bu yaşlı dünya.

Yani “özel” insanlarız hepimiz aslında…

Çünkü yirmi sene öncesi ile bugünü karşılaştırmamız istense hayatlarımızın ileri değil geri gittiğini söylecek sayılı toplumlardanız Türkçe konuşan Kıbrıslılar olarak.

Türkiye gibi toplumsal ve sosyal açıdan zamanın geriye aktığı bir yerde bile alt yapısal olarak ilerleme ve değişim yaşanmakta bugün.

Yarın da toplumsal ve sosyal gerilemeye neden olan faktörler ortadan kalktığında “zaman”a uygun bir şekilde hayatına devam edecek Türkiye halkı.

Biz ise dün muhtaç olmadığımız şeylere bugün muhtaç durumdayız…

Yaşadığımız herşey bizim eserimiz.

Elimizde olan şeyleri kaybediyorsak bundan düşmanı sorumlu tutabilir miyiz?

Bir yudum suya muhtaçsak bugün, bunun sorumlusu bize suyunu kesenler midir, yoksa kendi kaynaklarımızla yaşarken başkalarının kaynaklarına bağlanmamıza izin verenler mi?

Çocuğumuzu sokağa çıkarmaktan, devlet okuluna göndermekten korkmamızın sebebi bu korkuya neden olan nüfusu buraya gönderenler midir, yoksa o nüfusu siyasi çıkarları için buraya çağıranlar mı?

Kültürümüz yok olurken, topraklarımız yasemin yerine kan kokuyorsa bugün bunun sorumlusu işgalciler midir yoksa işbirlikçiler mi?

Bu soruları kendimize soruyoruz.

Bu sorularda yer alan taraflara kendimizce birilerini yakıştırıyoruz.

Ama bunu yaparken aslında bazen gerçeklerin ve cevapların siyahta ya da beyazda değil gride saklı olduğunu unutuyoruz.

Yaşadıklarımızın sorumluları ne bu cehennemi bize dayatanlar, ne de bunu bize dayatanlara yardım edenlerdir.

Asıl sorumlular bunların hepsi yaşanırken susanlardır.

Korkanlardır.

Çekinenlerdir.

Kaçınanlardır.

Fazıl Önder, Ahmet Muzaffer Gürkan, Ayhan Hikmet, Derviş Ali Kavazoğlu, Kutlu Adalı, Raif Denktaş ve niceleri bu yaşananlara karşı susmadılar, korkmadılar, çekinmediler, kaçınmadılar.

Bugün yaşadıklarımızdan sorumlu olan herkesin bir “özeti” ise Mustafa Akıncı’lardır.

Rengini tam belli edemeyen ve yuvarlak cümle üstadı Kıbrıslıların özeti…

Raif gibi bir Denktaş’ın bile söylemeye cesaret edebildiklerini açıkça dile getiremeyen bu Kıbrıslı amatör demagoglar da değil aslında sadece suçlu olan.

Suçun büyüğü bu sahte kahramanların arkasında duran herkestedir…

Kısaca söyleyeyim;

Kendinize sahte kahramanlar yaratmanıza hiçbir zaman gerek yoktu bu adada.

Çünkü bu topraklara yeteri kadar kahraman geldi zaten.

Çoğu öldürülürken sadece izleyip sustunuz, geri kalanını da deli yerine koyup kenara ittiniz…