George Gavriel konusu ve kilise-devlet ilişkisi

Oz Karahan

Oz Karahan – Avrupa Gazetesi (21.09.2020) – Geçtiğimiz hafta Rumca konuşan Kıbrıslı toplumunun gündemini meşgul eden en önemli konu hakkında konuşalım biraz.

Bu köşeden çoğu zaman Kıbrıs’ın özgür bölgelerinde yaşayan insanların günlük hayatlarına etki eden güncel konulara değiniyorum.

Çünkü aramızda barikatlar olsa bile bir vatanı paylaşmak için mücadele ediyorsak eğer, işgal bölgesinde yaşayan insanlarımızın gündemi kadar özgür bölgede yaşayan insanların gündemi hakkında da bilgi sahibi olmak mecburiyetindeyiz.

George Gavriel adındaki öğretmen ve sanatçı, kendisine ait birkaç eseri kendi sosyal medya hesabından paylaştı geçtiğimiz günlerde.

Eserlerin birkaçını özetlemek gerekirse;

Arka fonda Beşparmak dağlarındaki KKTC bayrağı yer alan bir Grivas heykeli ve bu heykele işeyen bir kişi.

Kıbrıs Kilisesi’ni mevcut başpiskoposu Hrisostomos’un üzerine işeyen bir köpek.

Anti-faşizm, yoksulluk ve mülteci konularına değinmek amacıyla değişik ortamlara yerleştirilmiş çıplak ve giyinik İsa figürleri.

Bu eserlerin yayınlanmasından sonra toplum ikiye bölünmüş durumda.

Toplumun bir kesimi özellikle İsa figürleri sebebiyle rahatsız olurken, bir kesimi de Gavriel’e destek belirtiyor.

Özellikle DİSİ partisinin liderinin geçtiğimiz yıllarda Charlie Hebdo dergisinde Muhammed’in karikatürünün yayınlanmasından sonra gerçekleşen katliamdan sonra bu dergiye destek verirken, hükümette olan partisinin Gavriel’e karşı nasıl sert bir tepki verebildiğini sorguluyor.

Bu arada Kıbrıs Kilisesi Gavriel’in öğretmen olarak gençlere eğitim vermemesi gerektiğinin fetvasını paylaştı bile.

Şunu belirtmekte fayda var, eserlerin sahibi öğretmen aynı zamanda bir AKEL sempatizanı.

Ve kısacası bu olay herkese, DİSİ kadar AKEL’in de ikiyüzlü olduğunu göstermekten başka bir ise yaramadı.

Neden mi?

Çünkü “Je suis Charlie” gibi bir “Je suis Gavriel” hareketi organize eden ve sokaklardan “kilise-devlet ayrılmalı, hemen şimdi” gibi pankartlar ile gezen AKEL partisi, kilise ile devletin birleşmesi konusunda başrol oynamıştı!

Kilise ile devletin ilişkisi, Türkçe konuşan Kıbrıslıların Kıbrıs Cumhuriyeti’nden çekilmesi sonrasında Rumca konuşan Kıbrıslıların Eğitim Bakanlığı’nı kilisenin kontrolüne bırakmasıyla gerçekleşmişti.

Tabii ki bu hamle 1963-64 anayasa krizinden sonra Rumca konuşan Kıbrıslılar tarafından alınan tüm kararlar gibi tek taraflı ve anayasaya aykırı…

AKEL’in o zamanki resmi Enosis ideolojisini ve 1963-64 krizi ile devam eden Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki anayasal düzenin bozulmasındaki rolünü zaten biliyoruz.

O günlerde bütün bu konularda Makarios ile de bir birlik içerisinde olan AKEL, Eğitim Bakanlığı’nın Kilise’nin kontrolüne bırakılmasına da destek vermişti.

Bütün bu sebeple AKEL’in bugün çıkıp “kilise ve devlet işleri birbirinden ayrılsın” gibi bir tepki vermesi ne samimi ne de gerçekçidir.

Bütün bunları konuşurken dönüp dolaşıp yine aynı noktaya geliyoruz aslında.

Bu topraklardaki sorunların tümünün çözümü “üniter ve konsesyonal Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin yani anayasal düzenin yeniden tesisi” ile mümkün olduğu noktasına…

İşgalden, geçmişin üzerimize yükledi her türlü gericilikten ve sosyal yok oluştan kurtulmamızın başka bir yolu olmadığı gerçeğine…

Konsesyonalizmin, tüm Kıbrıslılar için çoğulcu bir demokrasiye geçiş olgunluğuna ulaşana kadar toplum içindeki sosyal dengeyi oluşturabilecek, bu adaya laiklik ve her türlü ilericiliği aşılayacak tek sistem olduğuna…

***

Dünkü yazımda, zaman zaman yazdığım konuların harareti nedeniyle istemeyerek kullanabildiğim yanlış söylemlerden birinin olduğu uyarısını aldım saygıdeğer bir okuyucumuzdan. Yazının son kısımlarında, “masalarda adam yerine konulup” yazmak yerine “taraf yerine konulup” yazabilirdim. “Dil Önemli” yazı dizilerinde de her zaman belirttiğim toplumsal ve sosyal bakımdan yanlış terimleri dilimizden söküp atmak hepimizin ödevidir. Bu nedenle, böyle cinsiyetçi bir sözcük kullandığım için tüm okuyucularımızdan özür dilerim…