Oz Karahan – Avrupa Gazetesi (20.09.2020) – Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’in önerdiği 5+1 (Rumca konuşan Kıbrıslılar, Türkçe konuşan Kıbrıslılar, Türkiye, Yunanistan, İngiltere ve Birleşmiş Milletler) toplantısı hakkında bir açıklama yaptı ve Türkiye’nin “iki devlet ve konfederasyonun da masada olacağı” bir toplantıda yer alabileceğini söyledi.
Bu açıklamaların ardından yakında meşruiyeti kalmamış liderlik seçimi bekleyen Kıbrıs’ın işgal bölgelerinde kıyamet koptu.
Özellikle seçimlerde Mustafa Akıncı’yı destekleyecek federasyon sevdalılarının “o masa bizim masamız, bizim kararımız da federasyon” gibi klasik acizane kakafonilerinden başka bir şey duyamıyorum birkaç gündür sosyal medyada.
“Masa” ve “tez” konuları sanıyorum ki yazılarımda en çok işlediğim konulardan.
Ancak bu insanlarımıza bu iki kavramı ve kararı verecek olan “onların” bugün kimlerden oluştuğunu hatırlatmam gerekiyor sıkça.
Ölesiye savundukları “federasyon” tezini, Taksimi gerçekleştirene kadarki kolonizasyonun tamamlanması adına “masa”ya koyan taraf zaten Türkiye iken, bu insanlarımızın bugün takındığı tavır gülünecek bir durum aslında.
Dün Ayhan Hikmet, Ahmet Muzaffer Gürkan, Derviş Ali Kavazoğlu, Dr. İhsan Ali ve Emin Dirvana gibi Kıbrıslılar, devletimiz olan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni savunurken onları yanlız bırakarak Denktaş’ın yarattığı federasyon tezine sarılanların bugün sıranın kendilerine gelmesinden sonra kendi deyimleri ile “bir Türk tezi” olan şeye hayatlarını bu kadar bağlamaları komik değil mi?
Öte yandan “bizim kararımız federasyon” derken hangi “biz”den bahsettiklerini de anlamakta güçlük çekiyorum.
Çünkü Kıbrıslıları bu adadan silmek adına Türkiye’nin etnik temizlik için gönderdiği “illegal yerleşikler” karşısında Raif Denktaş’ın çıkardığı sesi bile çıkartamayan ve hatta bunlara “kültürel zenginlik” diyen siyasi elitten duyuyoruz bunları.
Tabii aralarında bu siyasi elite umut bağlamış kafası karışık “Kıbrısçı” insanlarımız da var ki, o da tablo daha da içler acısı.
2004 yılındaki nüfus yapısıyla bile Annan Planı’na yüzde 65 evet oyu çıkması için Türkiye’den Kıbrıs’taki illegal yerleşiklere yapılan müdahaleyi hepimiz bilirken, bugün resmi rakamlara göre seçme ve seçilme hakkına sahip insanların en fazla yüzde 34’ü Kıbrıslı kaldığı gerçekliği ile ne “kararından” ne “biz”inden söz ediyorsunuz!
Bugün gerçek olan şey Kıbrıslılar için tek çözümün 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti, yani üniter ve konsesyonal bir Kıbrıs olduğudur.
Kıbrıslıların zihnine her gün büyük bütçeli şovlar ile Türkiye’nin tezleri pompalansa da, bu halk bu adada var olabilmeleri için Kıbrıs Cumhuriyeti’nden başka bir çıkış yolu olmadığını da bilmektedir.
İşte bu yüzdendir ki illegal yerleşiklere “kültürel zenginlik” diyen adaylar başta olmak üzere, kuruluşundan 60 yıl sonra bile hala çıkıp televizyonda “üniter devleti konuşamam çünkü bu Kıbrıslı Türklerin azınlık olması demektir” gibi yalanlar söylemek ihtiyacı duyulmaktadır.
Kıbrıs Cumhuriyeti, Rumca konuşan ve Türkçe konuşan Kıbrıslılara sıfat veren şeydir.
Ve bugün, Türkçe konuşan Kıbrıslılar olarak masalarda adam yerine konulup ayrı bir toplum olarak oturabiliyorsak bunu Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin bize verdiği resmi sıfata borçluyuz.
Ancak bu kafa ile biraz daha devam edersek, o masadaki yerimizi de en fazla iki seçim masgaralığı sonrasında kaybetmiş ve bu topraklardan resmi olarak yok olmuş olacağız.