Kıbrıs için tek çözüm: Konsesyonalizm, yani Kıbrıs Cumhuriyeti

Oz Karahan

Oz Karahan – Avrupa Gazetesi (13.07.2020) – Kıbrıs için önerilen “çözümler” ve bu çözümlere arka çıkan grupları kısaca bir özetleyelim.

Enosis, yani Kıbrıs adasının Yunanistan ile birleşmesi fikri başta EOKA, AKEL ve Yunanistan tarafından kumanda edilen Rumca konuşan Kıbrıslıların, konsesyonal Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmadan önce ve kurulduktan sonra Kıbrıslar arasındaki toplumsal hadiseler sırasında inanmaya devam ettikleri ancak bugün toplumun sırtını döndüğü çözümdü.

Taksim, yani Kıbrıs’ın bölünmesi, Türkiye’deki “belli gruplar” tarafından kumanda edilen Türkçe konuşan Kıbrıslıların savunduğu çözümdü.

Federalizm ise, Taksimin ara geçiş formu olarak, Taksimi amaçlayan odaklar tarafından uluslararası toplumu ve bu yolla tüm Kıbrıslıları etki altına almak amacıyla formüle edilen sahte bir çözüm.

Yunanistan ve Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki emelleri ve faaliyetleri bazen agresifleşerek bazen de pasif boyutta ama her zaman bu iki çizgi doğrultusunda olmuştur.

Tabii yakın tarihi bu şekilde özetlerken sadece bir dönemi bunun dışında tutmamız gerekmektedir. O da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin doğuşuyla, aynı zamana denk gelmiş, modern Türkiye’nin 27 Mayıs 1960 ihtilalidir…

Derviş Ali Kavazoğlu’nun Dali mitinginde “27 Mayıs’cıları” Türkiye’nin “demokratik düşünceli, ilerici, aydın ve zinde kuvvetletleri” diye tarif etmesi de bu yüzdendir.

Ve Derviş Ali Kavazoğlu yine aynı mitingde Türkçe konuşan Kıbrıslılara seslenirken şunları söylüyordu:

“Her vatandaşın yurdun idaresine iştirak etmesi, yurdun idaresinde söz ve müdahale hakkın sahip olması vatandaşlık ve demokratik ödev ve haklarındandır. Fakat bu devlet idaresinin normal çalışmasına engel olmayı devletin ve yurdun idare mekanizmasına mayın koymaya hakkınız olduğu anlamına gelemez.”

İşte o devlet, Derviş Ali Kavazoğlu’nun, Ayhan Hikmet’in, Fazıl Önder’in, Ahmet Muzaffer Gürkan’ın, İhsan Ali’nin ve 27 Mayıs’dan sonra Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’ne gönderdiği ilk Büyükelçisi Kıbrıslı Emin Dirvana’nın yaşatmak için Enosisçi, Taksimci ve federalistlere karşı mücadele vererek bedel ödediği üniter ve konsesyonal Kıbrıs Cumhuriyeti’ydi.

Konsesyonalizm her zaman değindiğim bir konu ama, onu ve dolayısıyla devletimiz Kıbrıs Cumhuriyeti’ni daha iyi anlamanız için sizlerle tam manasını da bu vesile ile paylaşmak istiyorum.

Konsesyonalizm yani eştoplumlaştırmacılık (Consociationalism), bir devlet yönetiminde farklı siyasi-toplumsal grupların temsil edilmesini sağlayan, özellikle bu gruplar arasındaki ayrılıkların yaratabileceği çatışmaları önlemek üzerine kurulmuş bir yönetim biçimidir.

Güç paylaşımı anlamında da kullanılmaktadır. Konsesyonalizm bir toplum içindeki farklılıklar dolayısıyla ortaya çıkan sosyal parçalanmayı uzlaştırmak amacıyla ortaya çıkmış bir yönetim şeklidir.

Amacı, devletin istikrarının sağlanması için güç paylaşımının yapılması, demokrasinin geliştirilmesi ve şiddetten kaçınılmasıdır.

Konsesyonal demokrasi, dört tipik özellik ile tanımlanabilir. Birinci ve en önemli özellik, çoğul toplumun belli başlı parçalarının içerisinde bulunacağı bir “büyük koalisyon” hükümetinin kurulmasıdır.

Diğer üç temel öğe ise; koalisyonu teşkil eden grupların karşılıklı veto hakkı, bütün haklardan orantılı yararlanabilme hakkı ve toplumdaki her bir parçaya en üst seviyede özerklik tanınmasıdır.

İşte Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ve konsesyonalist yapısının da özeti de budur.

Bu yapının Türkçe konuşan Kıbrıslıların çıkarına olmayan bir yanı olduğunu iddia eden “sağcı” veya “solcu” taksim-federasyoncu yani bölücü-ayrılıkçı hainlerimize cevabı yine Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti ilk Büyükelçisi Emin Dirvana, 15 Mayıs 1964 yılında Milliyet gazetesine Rauf Denktaş’ın yalanları karşı gönderdiği ve yayınladığı mektubun ile vermiştir.

Herkese karşı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaşaması için mücadele veren yukarıda saydığım Türkçe konuşan Kıbrıslılara tek başına kol kanat geren Emin Dirvana, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne darbe vuran şeyin “EOKA’cıların şerri” ve bu “Raufçu’ların kışkırtması” olduğunu açık açık bu kelimeleri kullanarak söylemiştir.

Bugün EOKA yok, Rauf’ta öyle.

Bunların şer ve kışkırtmalarında ısrar eden gruplar ise hayatta.

1960 yılında Cumhuriyeti’miz kurulduğu günden bu yana devam eden iki seçenek var bugün hala önümüzde.

Ya bu şer ve kışkırtıcı hayal “çözümler” peşinde koşarak yok olmak ya da demokratik yollar ile “tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” idealine ulaşmak için üniter ve konsesyonal Kıbrıs Cumhuriyeti’ne sahip çıkmak.