Sorun Ayasofya değil, milli şuur eksikliğidir

Oz Karahan

Oz Karahan – Avrupa Gazetesi (12.07.2020) – Türkiye’de Ayasofya’nın yeniden cami olmasının önünü açan danıştay kararına tepkiler her geçen gün büyüyor.

Bu konu Yunanistan, Kıbrıs ve hatta bu kararın Atatürk’ü hiçe saymak olduğunu düşünen ve Erdoğan’a karşı olan kesimi temsil eden Türkiyeli gruplar için bile rahatsızlık teşkil ediyor.

Erdoğan bu kararından geri döner mi?

Sanmıyorum.

Çünkü dönmesi için bir nedeni yok.

Çünkü öyle bir neden, gökteki tanrılar tarafından indirilecek bir şey değil, ancak Erdoğan ya da Türk Devleti’ne karşı olanların kendi elleriyle yaratabileceği bir şeydir.

Devlet yönetmeyi geçelim, demokrasi sözcüğünü dünya medeniyetine kazandıran ancak bugün demokrasinin kendisinden bihaber olan Yunanlılar, kendi topraklarında gözü olan yanı başlarındaki dev güce karşı ne önlem aldılar tarihleri boyunca?

Hiç.

Ekonomisi turizm sektörü üzerine kurulu 10 milyonluk bir ülkenin, dünya üzerinde kaynak tüketiminden başka ne etkisi olabilir?

Hiç.

Etrafı Arnavutluk, Kuzey Makedonya ve Bulgaristan gibi diğer küçük “düşman”larla da dolu olan bir ülkenin savunma sanayisini bir kenara bırakın, neredeyse kurşun kalem üretecek sanayisinin bile olmamasının suçlusu düşmanları mıdır yoksa kendisi mi?

Bu sorunun cevabını da size bırakıyorum.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Anastasiadis geçtiğimiz haftalarda Türkiye’ye karşı militarizmin değil, “diplomasi ve uluslararası hukuk” silahının başarılı olabileceğini söylemişti.

Doğrudur.

Ancak diplomasi ve uluslararası hukuk ile verilecek savaşın büyük kısmını devlet ya da toplum olarak sahip olduğunu “sert güç”, bir kısmını da milli dava ve strateji gibi “yumuşak gücünüzün” temelini oluşturacak öğeler oluşturmaktadır.

Ve bugüne kadar görülen ve herkesim malumu olan şey bu ikisinin de Yunanlılarda olmadığıdır.

Peki bunun sorumlusunun Türkler olduğunu söyleyebilir miyiz?

Bunu söylemek parmağınızın arkasına saklamak demektir.

Sert güç dediğimiz askeri kuvveti bir kenara bırakıyorum.

Yunanlılar ve Rumca konuşan Kıbrıslılar tarihleri boyunca yaptıkları en büyük hata “yumuşak güç” silahını kullanabilmelerinin temelini kendilerinin çürütmesi olmuştur.

Türkiye’nin ise en başarılı olduğu şey, bütün düşmanlarını provakasyon ve stratejisi ile kendi çamurunun içine çekip orada güreş yaptırması, karşısındakilerin yumuşak güçleri için kullanacakları argümanları da çamura bulaması ve her zaman kazananın kendisi olmasıdır.

Ne demek mi istiyorum.

Ayasofya ile başladık onunla devam edelim.

Sadece Yunan Ortodoksluğu için önemli olan Ayasofya’nın bir insanlık medeniyeti madebi olduğu zırvasını bir kenara bırakırsak, Türkiye’nin bugün yaptığı yanlışın temeli bir inanışın tapınağını işgal edip başka bir inanışın tapınağı yapmaya çalışmasıdır.

Günümüzde dünya kamuoyununda konuya tepkisinin temelini bu olgu oluşturmaktadır.

Peki böyle bir durumda eğer Türkiye, Yunanistan’da sayısı azımsanmayacak kadar çok “yıkılmayıp” güzel kiliselere dönüştülen Osmanlı camileri konusunu açarsa ne olacak dersiniz.

“Ama bunun çok daha fazlasını yapıyor Türkiye” dediğinizi duyar gibiyim.

Bunun hiçbir önemi yok.

Çünkü diplomasi ve uluslararası “hukuk” adına kullanmayı düşündüğünüz bir argümanı kendinizden mahrum bırakmak için karşınızdaki suçladığınız eylemi bir defa yapmış olmanız yeterlidir.

Bu sadece Yunanlılar için bugünkü gündem adına verebileceğimiz bir örnek.

Şimdi bir Kıbrıs’ı düşünelim yine diplomasi kozları, uluslararası hukuk, dünya kamuoyu nezdinde.

Kıbrıs adasının “özgür” bölgerinde dalgalanan bir Yunan bayrağı, işgal bölgelerindeki Türk bayraklarını meşrulaştırmaya yetmektedir.

Kıbrıs adasının “özgür” bölgelerindeki malına karşılık olarak işgal bölgesinde bir karış toprak edinmeyen Türkçe konuşan Kıbrıslının ata malınin kendisine verilmemesi, işgal bölgesindeki illegal iskan politikasını meşrulaştırmaya yetmektedir.

Kıbrıs adasının “özgür” bölgelerinde, işgal altında olan “Kıbrıs Cumhuriyeti” yerine Kıbrıs için başka “çözümler” kabul edilip masaya oturmak, işgali meşrulaştırmaya yetmektedir.

Bu hareketlerin hepsi statükonun ve mevcut illegal defakto durumun sigortası olmaktadır.

Türkiye’nin istediği gibi onun çamurunda güreşmektir.

Evet, günümüz dünyasında Türkiye ya da herhangi bir emperyalist büyük devlet ile mücadele ederken kullanabileceğiniz tek silah yumuşak güç yani diplomasi ve uluslararası hukuktur.

Ancak bütün dezavantajlarınıza rağmen bu yumuşak gücü kullanabilmek ve mücadelenizde başarılı olabilmek için toplumunuzda sarsılmaz bir “milli şuur” ve onun ışığında toplumu yönetenlerce oluşturulacak “milli dava ve strateji”ye sahip olmanız gerekmektedir.

Tabiki Yunanistan için “Yunanlı” bir milli şuur, dava ve strateji, Kıbrıs için “Kıbrıslı” bir milli şuur, dava ve stratejiden söz ediyoruz.