Oz Karahan – Avrupa Gazetesi (06.07.2020) – Hayatım boyunca Kıbrıs sorunu ile ilgili birçok siyasi, gazeteci ve akademisyen ile birlikte çeşitli münazaraların içinde bulundum.
Zaten tüm Kıbrıslıların kaçamadığı bir konudur Kıbrıs sorunu.
Her muhabbetin başında ya da sonunda açılıverir konu.
Herkes kendince çok bilgilidir, kendince bir fikri vardır.
Kimileri okuduğu için, kimileri yaşadığı için bu sorunu hayatlarının içinde.
Ama bazen ne okumak, ne de yaşamak gerçekleri bilmenize yeterli olmaz.
İşte Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kendisi de kimsenin tam anlamıyla bilmediği, öğrenmediği bir konu olarak kaldı hep.
Kıbrıs Cumhuriyeti’ni bilmeden, tanımadan Kıbrıs sorununu çözmeye çalışan, Kıbrıs sorunu hakkında sabahtan akşama atıp tutan insanları dinlemek zorunda kaldı tüm Kıbrıslılar.
Bu daha alfabeyi tam öğrenmeden roman yazmak gibi bir şey.
Ve işte Kıbrıs daha alfabeyi öğrenmeden roman yazan “akademisyenler”le, “araştırmacılar”la dolu bir toprak parçası.
Kıbrıs Cumhuriyeti nasıl bir demokratik yapıya sahiptir sorusunu bu insanlara sorarsanız, ya da yazdıklarına bakarsanız çoğu zaman bir cevap alamazsınız.
Ya da bir çok akademisyen ve araştırmacı ile konuşmada tecrübe ettiğim gibi “bir çeşit toplumsal federasyondu” fikrini duyarsınız anayasasının “iki toplumluymuş gibi” görünmesinden dolayı.
Hatta birçoğu “iki toplumlu iki bölgeli federasyon” fikirlerini desteklemek için “Kıbrıs Cumhuriyeti zaten bir federasyondu” gibi yanlış, cahilce ve gerçeklikten uzak iddialarda bulunmaya devam etmektedir bugün.
Komik bir şekilde terimlerin ve geçmişin bugünkü konjonktüre göre değişim sağladığı, “diplomaların” bile buna ilaç olamadığı bir coğrafyadayız çünkü.
Bu yazıyı yazmadan önce son bir kere araştırdım ve akademisyen ve araştırmacılarımızdan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yapısı ve anayasasının temelini oluşturan bu konsept ile ilgili yazılan bir esere rastlamadım.
O yüzden benim sıkça kullandığım bu terimi unutmayınız.
Çünkü eminim bu çok bilmiş profesörlerimiz ve aktivistlerimiz bugünden sonra bu yeni öğrendikleri terimi kullanmaya ve hakkında bir şey bilmedikleri halde çamur atma faaliyetlerine başlayacaklardır.
Konsesyonalizm yani “eştoplumlaştırmacılık”, bir demokrasi formu olup birçok sosyal bilimci tarafından toplumların gerçek ve sağlam bir demokrasiye geçişini sağlayan bir sistem olarak görülmektedir.
Ve evet, cebimizde kimliğini taşıdığımız Kıbrıs Cumhuriyeti, Rumca konuşan Kıbrıslılar ve Türkçe konuşan Kıbrıslıların ortak kurduğu üniter ve “konsesyonal” bir devlettir.
Dünya üzerinde hiçbir toplum ya da devletin homojen bir yapıya sahip olmadığını varsayarsak konsesyonal demokrasinin aslında üst kademe bir yönetim şekli olduğunu söyleyebiliriz.
Terimin öz Türkçesinin içindeki “toplum” sözcüğünü duyan iki toplumcuların “işte Oz da iki toplumdan söz ediyor” diye ellerini ovuşturduğunu tahmin edebiliyorum.
Ama maalesef onların bu hevesini de kursaklarında bırakacağım.
Çünkü dünya üzerinde konsesyonal demokrasiye sahip olan ya da olmuş toplumlar, benim de inanmadığım “etnik köken” tezlerine göre yönetim paylarına ayrılmamıştır.
Aslında en büyük örnekleri, aynı toplumların ve milletlerin mezhep, dil ve hatta “siyasi görüşlere” göre ayrılan konsesyonal demokrasiye sahip olmuş olanlarıdır.
Örneğin, Avrupa ve dünya demokrasisine örnek olarak gösterilen Hollanda’da aslında bir konsesyonal demokrasi varolmuş ve toplum Kalvinist, Katolik, sosyalist ve genel olarak dörde grup olarak devleti ortakça yönetmiştir.
Günümüzde ise yanıbaşımızdaki Lübnan buna en güzel örnektir. Devlet yönetimi toplumun din ve mezheplerine dağıtılarak, cumhurbaşkanının Maruni, meclis başkanının Şii, başbakanın Sünni ve parlamenterlerin de belli yüzdeliğe ayırılması ile yönetilmektedir.
Aynı zamanda genel olarak Avrupa Birliği’nin de yapısı itibarıyla bir konsesyonal demokrasi olduğuna inanılmaktadır.
Buradaki amaç bir toplum ve millet içerisindeki değişik alt grupların birbiri üstünde hegemonya kurmadan demokratik yapının ve devletin bütünlüğünün devamının sağlanmasıdır.
Kıbrıs Cumhuriyeti de konsesyonal demokrasinin en sade haliyle, toplumun bir parçasının gücü kötüye kullanımına izin vermeyecek şekilde dizayn edilen bir anayasa ile kurulmuş bir devlet, devletimizdir.
Hollanda örneğinde olduğu gibi konsesyonal demokrasinin bir sonraki evresi ise tüm Kıbrıslıların arzulaması gerektiği gibi gerçek manada bir “çoğulcu demokrasi” olabilmektedir.
Çoğulcu demokrasiye tam anlamıyla geçiş ise “Kıbrıslılık” bilincinin devletin ve toplumun her kademesine yerleşmesinden ve neredeyse her üniter devlette olduğu gibi bunun bir ulusal kimlik olduğunun yasalar ile desteklenmesinden sonra olabililir.
Kıbrıs Cumhuriyeti ve anayasası bu geçişin kolaylık gerçekleşmesine elverişli bir altyapıya sahiptir.
Zaten üniter olan devletimizin konsesyonal demokrasiden klasik çoğulcu demokrasiye geçişi sadece biraz zaman isteyen bir durum olsa da, bu “tacı” eninde sonunda ona giydirmeyi amaçlayarak Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yaşatmalıyız.
Yani elimizde olanı gerçek manada “tanımak”, sahip çıkmak ve bölünmek için çok küçük olan bu ada için gerçek manada ilerici ülkülere sahip olmak zorundayız.