Oz Karahan – Afrika Gazetesi (15.03.2020) – Bazı sözcükler vardır ki derinliği, ağırlığı ve kullananın üzerine yüklediği sorumluluk içinde taşıdığı harf sayısından çok daha fazladır.
İşte öyle bir sözcük Kıbrıs’ta anlamını yitirmiş olan “barış” sözcüğü.
“Dil Önemli” yazı dizisinde ele aldığımız ve alacağımız birçok sözcük gibi aslında yaşamımızın içinde olan ancak bugün hayatımızın büyük bir kısmına etki eden Kıbrıs problemi ile birlikte anmamamız gereken bir sözcük bu. Nedeni ise çok basit.
Kıbrıs’ta “Türkçe konuşan ve Rumca konuşan Kıbrıslılar arasında” barışı savunduğunu iddia etmek bu iki grup arasında bir savaşın olduğu yalanı ve propagandasını kabul etmek demektir.
Türkiye’nin Kıbrıs’ı işgal ettiği günden bugüne Kıbrıs’taki varlığını meşrulaştırmak için kullandığı bu tezi “barış” gibi güzel bir sözcük ile desteklemek ne kadar acıdır.
Acıdır çünkü, Kıbrıslılar arasında bir savaş yaşandığını söylemek ve bu tezi “barış yapacağız” söylemiyle onaylamak Derviş Ali Kavazoğlu’nun mücadelesini yok saymak demektir.
Acıdır çünkü, Türkiye’nin bize tüm yaşattığı acılara rağmen “1974 yılında adadaki Türk soydaşlarımız” ile başlayan yalanlarını payanda olmak, Fazıl Önder’i katlettiren aynı kişilerin kanlı ellerini temizlemek demektir.
Acıdır çünkü, Ayhan Hikmet ve Ahmet Muzaffer Gürkan’ın mücadele ettiği hainlerin “toplumlar arası savaş” zırvasına stepne olmak, Kıbrıslıların “Kıbrıs davasına” ihanetten başka birşey değildir.
Ben böyle bir savaşın bir parçası olmadım. Derviş Ali Kavazoğlu, Fazıl Önder, Ayhan Hikmet, Ahmet Muzaffer Gürkan’ı öldüren de böyle bir savaş değildi. Onlar üniter Kıbrıs Cumhuriye’tini ve Kıbrıslıların birlikte yaşamasını gerektiği savundukları için bu “savaş ve barış” yalanını ortaya atanlar tarafından öldürüldüler. Emin Dirvana, İhsan Ali, Şener Levent. Bu isimler yine aynı yalanı ortaya atanlar tarafından hedef gösterildiler.
Benim cephem bu saydığım insanların yanıdır. Bu topraklarda bir savaş yaşandıysa ve yaşanıyorsa, o savaş işgalciler ve hainleri ile vatanseverler arasında yaşanan savaştır.
“Barış” diyerek, aynı işgalciler ve hainlerinin toplumlar arasında gerçekleştirdiği katliamları “savaş” olarak paketlemelerine ve bu suçlarına kanlı ellerini üzerimize silerek bizleri de ortak etmelerine izin veremeyiz.
Hayır. Ben daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi “birleşme” diyip “bölünme” yalanını meşrulaştırmayacağım ve yaşadığımızın bir “işgal” olduğunu söylemeye devam edeceğim. Ve yine Kıbrıslıları ve davamızı savunurken “barış” isteyip işgalcinin uydurduğu “savaşları” dillendirmeyeceğim, istediğim şeyin “kurtuluş” olduğunu haykırmaya devam edeceğim.
Çünkü verdiğimiz mücadelenin “barış” için değil “kurtuluş” için olması gerektiğini anladığımız ve cesurca dillendirmeye başladığımız gün özgürleşeceğiz.
Bize dikte edilen söylemler ve literatür, öncelikle gerçekler hakkındaki algımızın bozulmasına, sonrada uluslararası toplumun yaşadıklarımızı yanlış okumasına neden olmaktadır.
Bu söylemlerin mücadelemizin seyrini fazlasıyla etkilediği bu dönemde ise artık ağzımızdan çıkanların tutarlılığını iki kere sorgulamamız her zamankinden daha çok önemlidir.