Oz Karahan – Afrika Gazetesi (01.03.2020) – Dün yaşanan gelişmeler, Türkçe konuşan Kıbrıslıların içinde yaşadıkları konfor alanının ne kadar kırılgan ve pamuk ipliğine bağlı olduğunu bir kez daha yüzlerine tokat gibi çarptı. Statükoyu düzen yapmak ve çıkar için fetiş haline dönüştürmek kısa vadede tatlı olabiliyor. Ancak o statükonun dizginleri elinizde değilse ve “özne” olmayı oyunun iki tarafıyla iyi geçinip, ikisinden de elde ettiğiniz çıkarları maksimalize etmek zannederseniz, günün birinde böyle duvara toslarsınız.
Önce basit bir gerçeği kabul etmek lazım. 57 yıldır devam eden her şey statükonun ta kendisidir. 1963 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin “terk edilmesi” ile birlikte Cumhuriyet’in kontrolü “taksim” sevdalılarının emelleri için Rumca konuşan Kıbrıslılara altın bir tepside sunuldu. Türkçe konuşan Kıbrıslıların içinde bu olayın öncesinde ve sonrasında taksim sevdalılarına karşı çıkanlar düşman ilan edildi, cezalandırıldı ve katledildiler. Ve o günden beri Denktaş’ın yazdığı ve Türkiye’nin onayladığı sahte çözüm “federasyon” fikri Kıbrıs literatüründeki yerini korumakta.
Bugün, bu iki kurucu “devletli” ve iki “toplumlu” federasyonu, yani Denktaş’ın bölücü ve ayrılıkçı planını delicesine savunan “barış” güvercinleri sözde Kıbrıslı solcularımız, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni hediye ettikleri ve 57 yıldır Kıbrıslı Türkler ile hiçbir yapıyı paylaşmamaktan mesut olan DİSİ ve AKEL gibi Rumca konuşan Kıbrıslı güçler kol kola aynı mücadeleyi veriyorlar. Aynı zamanda, bu küçücük adayı mikro milliyetçilikleriyle paramparça edip, faşizmin daniskasını yapan bu gruplar, “tek ve bütün” bir Kıbrıs Cumhuriyeti isteyenleri her fırsatta ırkçılıklar suçlamaktan da geri durmuyorlar.
Bunun tek nedeni bu iki tarafın da mevcut durumdan fayda sağladığını zannetmesi. Zannetmesi diyorum çünkü bu denklemin içerisinde bir taraf kendisine hediye edilen “legal” bir devlet ve statüleri istediği gibi kullanırken, diğer taraf ise ganimetler, AB ve Türkiye hibeleri, Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu ve hafta sonları Kıbrıs’ın özgür bölgelerine yapabildikleri kaçamaklar ile yetinmeyi “win-win” bir durum zannediyordu. Ta ki son zamanlarda gelişen olaylara kadar.
Ganimetler bitmedi ancak Türkçe konuşan Kıbrıslıların elinden her geçen gün kayıp gitmekte. Türkiye içinde bulunduğu zor durumlardan dolayı hibe konularını oldukça yavaşlattı. Kıbrıs Cumhuriyeti, Türkiye’nin ve Kıbrıs’ta bulduğu kafadarlarının Maraş açılımı nedeniyle Türkçe konuşan Kıbrıslıların faydalandığı AB hibelerinin üzerindeki yetkilerini kullanmaktan söz etmeye başladı. Geçtiğimiz aylarda Kıbrıs Cumhuriyeti meclisine sahte devleti tanıyan Kıbrıslıların vatandaşlıklarının iptali ile ilgili bir yasa tasarı geldi. Ve dün, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kontrol edenler, yetkileri dahilinde sınır kapılarını şu veya bu sebeple kapatma denemesi yaptı ve bunu arzu ettiklerinde yapabileceklerini herkese gösterdi.
Statüko bazı taraflar için kale olabiliyorken, bazıları için “baraka” olabilmektedir. “Kandır çocuğu da ‘taksim’ ya da ‘federasyon’ istesin”cilerin toplumumuzu kale diye kandırarak içine soktuğu baraka yıkılmaya mahkumdu ve yıkıldı.
Bugünkü noktada, geleceğimiz, bizim olanı yani Kıbrıs Cumhuriyeti’ni geri isteyip istemeyeceğimize her zamankinden daha çok bağlıdır. Üniter Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüş fikri, Kıbrıs sorunu hakkında özgür bölgedeki “toplumun” desteklediği en güçlü çözüm olmuştur her zaman. Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüşe daha fazla ihtiyacı olan Türkçe konuşan Kıbrıslılar olarak biz de aynı “toplumsal” tavrı ortaya koymak zorundayız. Bizi bu yıkık barakaya sokanları o enkazın altında bırakıp, Kıbrıs milliyetçiliği ile üniter Kıbrıs Cumhuriyeti’ni savunan “Kıbrıslılar Birliği” gibi zinde kuvvetlerin altında birleşerek devletimize ve bayrağımıza sahip çıkmaktan başka hiç bir yol bize bu saatten sonra memleketimizde var olmaya devam edebilme şansını sunamaz.