Oz Karahan – Afrika Gazetesi (26.01.2020) – Türkçe konuşan Kıbrıslıların kendine has bir özelliği var.
O da kendilerine sahte kahramanlar ve destanlar yaratmayı ve onlara gereğinden fazla anlamlar yükleyip hayal kırıklığına uğramayı bir alışkanlık haline getirmeleri.
Bu durumun sorumlusu bahsettiğimiz sahte kahramanlar ve destanlar değil, toplumun kendisidir aslında. Çünkü bu toplum, her zaman kişisel konforunu sarsmayacak hareketlerin içinde bulunarak bunlardan medet ummayı seçti bugüne kadar. Ne dediği tam belli olmayan tutarsız kişiler ve hareketlerin arkasında durmaları aslında bir savunma mekanizmasıydı. Hem nala hem mıha vuran ses yükselmeleri ya da hedefi net olmayan kitlesel hareketler sonrasında evlerine ve yataklarına rahatça dönebilmekti tek amaçları.
Bu sebeptendir ki, Türkiye’nin işgal bölgesinde gerçekleştirdiği demografik mühendislikten söz ederken 1974 yılındaki müdahalesini haklı görüp, bugünkü duruma “işgal” demekten çekinenler toplumdan destek gördü.
İşte bu sebeptendir ki Kıbrıs’ın “yeniden birleşmesinin” savunulduğu mitinglerde her zaman birilerinin eline Türk bayrağı ve sahte devletin bayrağı tutuşturulur ve bu duruma karşı çıkmayan “barış güvercinleri” aynı mitingden “devrimci” havasıyla ayrılırlar.
Bu sebeptendir ki sahte devletin memuru olan “devrimciler” bu yapıya “sahte devlet” demez. Devrimleri sadece “KKTC” yerine “kktc” yazarak yaptıkları harf devrimidir çünkü. Sonra da o sahte devletin, işgal rejiminin yasalarına uygun tüzüklerle particikler kurarak o yapıyı, sözde meclisini ve kurumlarını tanımaktır görevleri.
İşte sebeptendir ki “Türkiye’den başka sığınacak limanımız yoktur” diyip ara sıra Türkiye’yi yumuşakça eleştirenler kahraman ilan edilip bu insanlara umut bağlanır işgal bölgesinde.
Çünkü bu insanların yanında olmak ve bu hareketleri desteklemek kolaydır, güvenlidir, fazla bedel gerektirmez. Arada bir ağızlardan “işgal” kelimesi çıksa bile yarın başlar derde girdiğinde arkalarını bu rejime dayamış olma rahatlığını yaratır.
Ama bu insanların varlığı yanında gerçek kahramanları da olmuştur bu toplumun. Cüzzamlı gibi davranılan, küçük görülen, kimi zaman “pisi pisine gitti” denilen ama adları biraz önce belirttiğimiz insan ve hareketlerin aksine silinmeyecek şekilde “tüm” Kıbrıs’ın tarihine yazılan. Mücadelelerinden taviz vermedikleri için çok şeylerini, hatta bazılarının hayatlarını kaybettiği kahramanlar. Bunlar benzemez korkuları ve refahları için sahte devletlerin kurulmasına kalkan ellere. O eller ki toplumun aynasıdır, işgali kabullenen ve ona çakma kahramanlar ve destanlar yazıp yok olmaya mahkum olan bu toplumun.
Bu sebeptendir ki işgale işgal diyen ve bugün adanın kuzeyinde yaşanan demografik mühendislikten trafiğe kadar varan her sıkıntının tek sebebinin bu olduğunu söyleyenlerin yanında olmak zordur bu toplum için.
İşte bu sebepteki Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi değil, “işgalden kurtulmasını” savunan ve elinde Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağı ile mitinglere gelen kişilerin yanında durmak tehlikelidir bu toplum için.
Bu sebeptendir ki Türkiye ve adanın kuzeyindeki işgal rejime karşı değişmeyen bir söylem ve hareket içinde olan insanların yanında olmak, bu rejimin kendilerine sağladığı mevki, mal ve konforun sallanması demektir bu toplum için.
Ve işte bu sebeptendir ki işgale adamakıllı “işgal” diyen insanlar yerine zaman zaman işgalciye tutarsız çıkışlar yapıp gönüllere oy için su serpen insanların peşinden gitmektir kolay olan bu toplum için.
Eğer bağımsızlık istiyorsa bir toplum, önce başı derde girmesin diye ne istediği belirsiz “kalabalıklarda” kaybolma ve kendini güvende hissetme güdüsünü terk etmeli. Kendine sormalı, Che’nin yanında kaç kişi vardı ya da Deniz’lerin.
Ama onlardan önce kendi davasının kahramanları gelmesi lazım aklına, eğer “Kıbrıs Cumhuriyeti”ne inanıyorsa. Kaç kişiydi Kıbrıs Türk Halk Partisi, Cumhuriyet veya İnkilapçı gazetesi, üniter Kıbrıs Cumhuriyet’ni savunanlar. Ya da “hedef gösterilirken” yanlarında kim vardı Ayhan Hikmet’in, Ahmet Muzaffer Gürkan’ın, Fazıl Önder’in, Derviş Ali Kavazoğlu’nun, İhsan Ali’nin ve hatta Emin Dirvana’nın.
Çok değil, iki seçeneği var Türkçe konuşan Kıbrıslı’nın bugün. Ya sahte kahraman ve çakma destanlarıyla bölücü-ayrılıkçı Taksim veya Türk tezi federasyon “çözümleri” için çalışarak yok olmak. Ya da gerçek kahramanların uğrunda bedel ödediği işgal altındaki “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin kurtuluşu için mücadele vermek. İkincisini seçmek elbetteki zor ve demogragrafik yapısı değişmiş bir alanda “kalabalıklar içinde saklanarak” dikkat çekmeden verilebilecek bir mücadele değil. Ama o duruş, özgür bölgelerde yaşayan, yani bugün Kıbrıs’ta yaşayan Kıbrıslıların ezici çoğunluğu tarafında karşılığı olan “tek” şey. İşgale karşı mücadele Mesarya ve Besparmaklar arasında verilebileceği noktadan çıkalı uzun zaman oldu. Bilmem anlatabildim mi…