Oz Karahan – Afrika Gazetesi (10.11.2019) – Ermeniler, Süryaniler, Pontus Rumları, Kürtler ve biz Kıbrıslılar… Hepimiz, genç Türk devletinin kurulduğu günden bu yana en büyük acıları ve baskıları yaşamış toplumlarız. Bin yıllardır var olduğumuz bu topraklarımızdan ve geçmişimizden kopmamızın geri sayımı Orta Asya’dan 1071 yılında buralara gelenlerin zulmü ile başladı aslında. En son olarak, 1974 yılında Kıbrıs ve 2019’da Suriye işgalleri ile bu topraklara ait olan halkların, bu topraklara ait olmayanlar tarafından rahat yüzü göremeyeceğine şahit olduk ve oluyoruz. Sadece yakın geçmiş, yani Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş süreci olan 20’inci yüzyıldan bugüne kadar yaşanan trajedileri alt alta yazarak incelersek, yaptıklarının yine Türkiye’nin yanına kalıp kalmadığı konusunda bir fikir sahibi olabiliyoruz.
Amerika Birleşik Devletleri uzun yıllardır yapmadığı bir şeyi yaparak Ermeni Soykırımı’nı tanıyan yasa tasarısını Temsilciler Meclisi’nde kabul etti. Bu Ermenistan ve Ermeni diasporası tarafından büyük bir mutluluğa neden oldu…
Rum Soykırımı ise Rumların disporalarının Ermenilerinki kadar güçlü olmaması sebebiyle Uluslar arası toplumdan aynı ilgiyi göremese de Almanya, İsveç ve Hollanda’nında aralarında bulunduğu birçok batılı ülke tarafından tanındı.
Süryaniler ise hala Türkiye Cumhuriyeti içerisinde hatırı sayılabilir bir cemaate sahip olamaları sebebiyle seslerini Ermeniler ve Rumlar kadar çıkaramadıklarından belki de bu toplumlar içerisinde en şanssız olanları. Süryani cemaatinin sanki bir tutsak veya rehin gibi Türk devleti tarafından nasıl kullanıldığını en son Türkiye’nin Rojava karşıtı yaptığı propagandalarda Süryanileri nasıl kullandığını görerek şahit olduk. Bütün bunlara rağmen Süryani Soykırımı’da birçok devlet tarafından tanınıyor.
Kürtlerin ve Kıbrıslıların yaşadığı soykırım ve işgali öncekilerinden ayıran bir özellik var tabii ki. O da yaşadıkları zulümlerin bugün 21’inci yüzyılda da devam ediyor olması. Türklerin, Kürt halkı üzerindeki planlarının bu kadar uzun sürmesinin sebebi sosyolojik nedenlerken, Kıbrıslılar üzerindeki planlarının uzamasının sebebi politik. Bugün her iki toplum bir yandan Türk baskısı ve zulmü ile mücadele ederken bir yandan da diaspora ve uluslararası dayanışma yolları arayarak toplumsal varoluş mücadelelerini Dünya’ya anlatmaya ve destek bulmaya çalışıyor.
Topraklarından ve geçmişlerinden sökülerek atılan Ermenilerin, Rumların ve Süryanilerin verdiği mücadele onlara hiçbir zaman kaybettiklerini geri veremeyecek olduğu gerçeği bize tek bir şeyi gösteriyor. Evet, Türkiye’nin yaptığı bu soykırımlar onun yanına kaldı. Hangi ülkenin, hangi parlamentonun bunu tanıyıp tanımaması neyi değiştirebilir? Hiçbir şeyi.
Bu sebeple Kürtler ve biz Kıbrıslıların mücadelelerimize yılmadan devam etmemiz çok önemlidir. Hem alanda, hemde uluslararası anlamda. Kaybedilen savaşları bir galibiyete döndürmenin zorluğu inanılmaz olsa da bunu yapmaktan başka bir şansımız yok. Suriye işgali başladığı zaman bunun kendiliğinden Kıbrıs davasının haklılığına yarayacağını düşünen dostlarımıza her zaman söylediğim şey, bu mücadelelerin içinde yer almayıp, dışarıdan bize bir şekilde yarayacağını düşünmemiz bir hayaldir. Türkiye Cumhuriyeti’nin işgallerine ve baskılarına karşı açılan her Kürt cephesinin bir Kıbrıslının cephesi olduğunu ve Kıbrıslıların açtığı cepheninde Kürt cephesi olduğunu anlayıp ona göre mücadele vermeden topraklarımızı özgürlüğe kavuşturamayız.
Soykırımlarının ve işgallerinin Türkiye’nin yanına kalmaması için bir şey yapılacaksa onu bizden başka hiçkimse yapamaz. Yoksa yarın biz de topraklarımızdan uzakta, Türkiye’ye silah satımına onay veren parlamentoların yine Türkiye’nin bize karşı yaptığı soykırımı tanımaları için çalışıyor olacağız. Mücadelenin ve işgalin adını dünyaya haykırmamız lazım. Gün bugündür.