Oz Karahan – Afrika Gazetesi (06.10.2019) – “Para, para, para” diye bir şarkı vardı hatırlar mısınız? Yok hayır, bir kısmı için sadece bu olsa da tüm federasyoncuların neden birlik olamadığını sadece buna indirgemeyeceğim. Ama o şarkıyı “para, mevki, kavga” olarak değiştirirsek “cuk” diye oturur herşey yerli yerine. Ne demek istediğime teker teker değineceğim.
Öncelikle Kıbrıs’ın işgal bölgesinde bir avuç kalan Kıbrıslıların oluşturduğu ve KKTC denen şeyin yasaları ve sınırları içerisinde siyaset yapan federasyon savunucularına bakalım. CTP ve TDP partiler. TKP-YG, BKP, Bağımsızlık Yolu ve YKP particikler. Onlarca malum federalci “barış” örgütleri ve sendikalar. Hepinizin aklına değişik değişik onlarca sözüm ona “örgüt” geliyor değil mi federasyonculuk yapan? Aslında gelmesin. O aklınıza gelen örgütlerin çoğu aslında tabela örgütlerinden başka birşey değil. Peki durum neden mi böyle? Hadi asıl cevabımıza dönelim.
1. Para: “Federasyon piyasası” dediğimiz olgu 45 yıldır bu ülkedeki insanları uyuşturmak için oluşturulan bir “hibe” deryası. Sözde sol, özde bölücü-ayrılıkçı federalist oluşumların ortaya çıkmasına, bölünmesine, içerilerinde kavga etmelerine ve bir avuç insanın yarmışar avuç olarak yeni oluşumlar kurmasına neden olan bir para akışı. Bu para akışına sahip olmanın iki şartı var. Birincisi katıksız bir iki toplumcu iki bölgecici olmak ve bu küçücük adayı bölgelere ve halklara bölmeyisanki ilerici birşeymiş gibi paketleyip servis etmek. İkincisi de piyasada dolaşan 15-20 adet federasyoncu “Project Coordinator” isimli kişileri içinize almak. Kim mi bu Project Coordinator’lar? Aslında hepsini tanıyorsunuz. Şöyle bir gözlerinizi kapatın ve her “bi-communal” toplantıda ve hibe etkinliğinde boy gösteren o 15-20 kişiyi gözlerinizin önüne getirin. Bingo!
2. Mevki: E tabi ortalık nasıl “Project Coordinator” dolu ise Genel Sekreter de olmalı. Hep onlar gidecek değil ya ara bölgedeki iki toplumlu kebapcıklara, sazlara, danslara. O yüzden tüm örgütcüklerin içinden acilen beş örgütcük daha çıkmalı ki kuzeyde yaşayan tüm “solcular” gidebilsin o korolara. Sonra bir platformcuk kurarlar zaten üstü kapalı “yok oluyoruz” gibi açıklamalar yapmak için. Gerçi çoğu bunu bile yapamayacak kadar ödlek ama o ayrı bir konu.
3. Kavga: Tabii ki hepimizin çok yakından bildiği etken. Çekememezlik, koltuk sevdası, kıskançlık, gönül işleri ve benzeri etkenler neticesinde yolların ayrılması. Siz bunu daha çok “ideolojik farklılıklar” yada “anlaşmazlık” olarak duyacaksınız medyadan. Yine hep aynı kişiler, hep aynı hikayeler.
İşgal bölgesinde, hepsi birbirinin aynı, ideolojisiz, kendine sol diyen onlarca parti, örgüt, oluşum. Hepsinin savunduğu tek şey olan altın yumurtlayan tavuk “federalizm”. İnsanlarımızında oturup bir düşünmesi lazım. Yokdur biririnden farkı dediğimiz bu küçük küçük oluşumlar işgal bölgesinde ne gibi farklı ideolojilere sahip olabilir kendileri anlattıkları gibi. Tek farkları birkaçının Dianellos’un sigara fabrikasındaki koltukların peşinde, geri kalanı Avrupa Birliği hibelerinin peşinde olmaları.
İşgal bölgeleri yasaları altında görev yapacak, tüzük hazırlayacak, faaliyetlerde bulunacak hiçbir oluşumum birbirinden farklı olmayacağını anlamak için roket bilimci olmaya da gerek yok. İşgalcinin çizdiği çizgilerin dışına çıkınca, gerçek bağımsızlık için mücadele verince sonuç Afrika gazetesinin yaşadıkları olur.
Neyse konuya dönerek, heralde artık “top secret” olmayan önemli bir gerçeği paylaşmak istiyorum yazımda. Bu sözde sol “federalciler” hiç bir araya gelmeyi denemediler mi? Aslında denediler. Yıl 2012. Birisinin daveti ile Mağusa’da bir toplantıya gidiyorum. Yanlış hatırlamıyorsam “Halkın Demokratik Kongresi” gibi bir oluşumun yapılması için bir toplantı. Amblemi bile hazırlanmış. Yukarıda yazdığım partilerin ve malum sivil toplum örgütlerinin neredeyse hepsi var. Aklınıza gelecek bütün isimler de. Amaç Türkiye’deki “Halkların Demokratik Kongresi” gibi bir oluşum yapmak. Haftalarca içi boş konuşmalar, tartışmalardan sonra, özünde bu yukarıda yazdığım üç şey olan “para, mevki, kavga” üçlüsü sebebiyle ortaya çıkan bir “hiç” oluyor tabii ki. İçlerinde toplantılarda “işgal” kelimesini kullanmaya cesaret eden 2-3 insanın olması bile kavgalara neden olmuştu hatırlıyorum. Mağusa’dan Lefkoşaya toplantı için giden bir grubun içinde olan Alevi bir Türkiyeli’nin Lefkoşa-Mağusa çift şeritli yolunu kastederek “İşgal, işgal diyorlar. Bak işgal sayesinde ne güzel vızır vızır çift şeritli yollardan gidip, geliyorsunuz” dediği aklımdan çıkmıyor.
Tabii ki aynı tablo günümüzde de devam ediyor. Bugün Mağusa’da çalışmalar yürüten ve CTP’ye yakın federalci Mağusa İnisiyatifi’nden bazı kişiler Afrika gazetesi saldırılarından sadece birkaç hafta sonra, bu saldırıları destekleyen Türkiyelilerin derneği Maraş-Der ile ortak çalışmalar yapabiliyor hatta birlikte Mağusa için platformları kurabiliyor.
Bu “federacileri” teker teker anlatmaya sayfalar yetmez, bu yüzden bu işe girişmiyorum bile. Hepimiz biliyoruz. Aralarında İskele’deki Rumca konuşan Kıbrıslıların arsaları üzerine dev binalar inşa eden firmalardan maaş alan ve seçimlere bile girmeye cesaret edemeyip, seçime girenlere çamur atmaya çalışan “particiklerin” bile olduğu tam bir “sirk” bunlar. Hepsini, herşeyi toplumumuzun hafızasını tazelemek amacıyla yazmaya devam edeceğim zaman zaman. Çünkü toplumumuzu asıl bitirenler, bunlar gibi çıkarları uğruna ödlek sloganların arkasında kasaba siyaseti yapan şark kurnazı soytarılar olduğunu unutmamalı Kıbrıslılar.